10 Kasım 2008

İSTANBUL'DA TAY MUTFAĞI: ÇOKÇOK, PERA MÜZESİ: DOĞU'NUN CAZİBESİ SERGİSİ, KEREM BEBEK DALİ'DE!











2004 yılında, o zaman çalıştığım şirketin gönderdiği eğitimlerden birinde tanıştığım Tayland'lı arkadaşım tanıdığım en sıcakkanlı insanlardan biriydi. Türkiye'ye döndükten bir süre sonra bana kargoyla kaju fıstıklı kukiler, köri sosları ve hindistan cevizi sütü göndermişti ancak bendeniz o dönem kukileri tüm şirkete dağıtmak dışında ganimetleri maalesef kullanamamış ancak atmaya da kıyamamış ve aylarca dolapta saklayıp son kullanma tarihlerini doldurunca zannımca tatmin olmuş ve sonunda çöpe atmayı başarmıştım. Ah şu anda olsa ne ganimetti onlar değil mi sevgili okur? Bir süredir gitmek istediğim Tepebaşı'ndaki ÇokÇok Restoran'a gitmek sonunda dün kısmet oldu. Aslında hafta sonu bayağı bir aksiyonlu geçti. Cuma günü maaile Dali'ye gidebildik. Kerem bebek ilk kültür eylemini böylece gerçekleştirmiş oldu ama ne müze ziyareti. SSM'ni birbirine kattı oğlum. Ben de konsantrasyon sıfır vaziyette sergiyi gezdim. Dali için ister deli ister sahtekar desinler, bence çok zeki ve eserleri de çok keyifli. Dali, Picasso, Miro ve Kandinsky benim pek sevdiğim ressamlar ve ilk üçünü İstanbul'da ağırlayabilmek büyük bir şans ve de onur. Dali dışında İmge'nin (http://imgetan.blogspot.com/) bizler için yaptığı program gereği :o) Pera Müzesi'ndeki Doğu'nun Cazibesi Sergisi'ni gezdik. Sergi 11 Ocak 2009 tarihine kadar görülebilir. Kısa bir bilgi:

"Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi; 26 Eylül 2008 - 11 Ocak 2009 tarihleri arasında, dünyanın en köklü sanat kurumlarından biri olan Tate Britain ve British Council işbirliğiyle hazırladığı ve Britanya oryantalist resminin dünyadaki en önemli örneklerinin yer aldığı “Doğu’nun Cazibesi” Britanya Oryantalist Resmi sergisine ev sahipliği yapıyor.

Şubat 2008’de ABD’de Yale Center for British Art galerilerinde ve Haziran 2008’de Tate Britain’ın Linbury Galerileri’nde gerçekleştirilen ve her iki ülkede de sanatseverlerden büyük ilgi gören The Lure of the East sergisi, Doğunun Cazibesi adıyla Pera Müzesi’nin 3 katına yayılıyor. Amerika ve İngiltere’den sonra üçüncü durağı İstanbul ve Pera Müzesi olan sergide yer alacak 105 başyapıta; Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonundan, Osman Hamdi Bey’in İki Müzisyen Kız ve Henry Bone’un Thomas Hope’un Türk Giysileri İçinde Portresi resimleri ile Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonundan, David Wilkie’nin Sultan Abdülmecid’in Portresi resimleri de eşlik ediyor. Sergi, Şubat 2009’da, dördüncü durağı olan Sharjah Sanat Müzesi’nde açılmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri’ne yola çıkacak. "

Gelelim Sergi'de sevdiklerime; Osman Hamdi Bey'in İki Müzisyen Kız tablosunu çok beğendim. 1840'ta Kahire'ye yerleşen ve 10 sene kadar orada yaşayıp Doğu kültüründen ciddi şekilde etkilenen John Frederick Lewis'in tüm eserlerini beğendiğimi söyleyebilirim. Detaylara verilen önem beni etkiledi. Lewis'in resimlerinin diğer özellikleri ise parlak ve aydınlık olmaları. Lewis 19. yy Oryantalist resim yapan ressamlar arasında hatırı sayılır bir üne sahip. Tüylerimin diken diken olduğu ansa, Lawrence'ı görmem oldu. Arabistan'lı Lawrence filmini bilmeyen yoktur sanırım. Benim sinema kültürümün asıl sorumlusu annemdir. Filmleri, oyuncuları ve yönetmenleri ayrıntılarıyla bilir. Kendimi bildim bileli sinema evde hep konuşulmuştur. Annem anneanne olmasına rağmen gösterime giren filmeri daha ilk günden kaçırmamaktadır. Avrupa sineması her zaman tercihidir. Ne diyordum konuyu dağıttım. Hımmm işte Arabistan'lı Lawrence'ı da ilk kez annem bana anlatmıştı küçükken ama o kadar kötü anlatmış ki tablosunu 4-5 metre önceden tanıdım ve verdiğim tepki "Bu da mı burda ?" Tüylerim diken diken oldu. (Hissedildiği üzere yazarımız burada son derece milliyetçi bir kişilik sergiliyor!!!) Bunun dışında David Wilkie'nin Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tablosu ve Sultan Abdülmecid'in portresi de görülesi resimler. Pera Müzesi'nden çıkarken aklım mağaza bölümündeki Miro kitabında kaldı. Bir dahaki sefere sanırım alacağım. Müze'den çıkınca da soluğu hemen yakınında bulunan ve Tay Mutfağı'nın İstanbul'daki en iyi temsilcilerinden olduğu söylenen ÇokÇok Restoran'da aldık. Arman Kırım Tay Mutfağı dünyanın en güzel mutfaklarından biridir demekle hiç de abartmamış. Ayrıca tanışmış olduğum bir çok Amerikalı bu mutfağı öve öve bitirememişti. Tabi Tayland'lı arkadaşım da. Tay Mutfağı'nda kullanılan Limon otu (lemongrass) kesinlikle akla zarar (yazarımız burada çok sevdiğini ifade etmek istiyor) bir lezzet. Wagamama'da da kullanıyorlar. Ben de yana döne aradım bugün. Caddebostan Migros'ta yoktu. Makro'larda olur belki ya da nerde olur bilen varsa yazsın ne olur. Şimdi gelelim ÇokÇok Restoran'a. ÇokÇok Türk ve Singapurlu iki ortağın Londra'da tanışmasıyla ve daha sonra Tayland'da iş yaparken böyle bir fikrin ortaya çıkmasıyla kurulmuş. ÇokÇok by Kaya On Coast'taki Kaya On Coast kuruculardan Türk olanının şirketinin adıymış. Restoran Tepebaşı'nda, bulunması oldukça kolay bir lokasyonda. Müşteri profili değişiklik göstermekle beraber genellikle Türkiye'de yerleşik yabancılar ve tursitlermiş. Pazar günleri, gündüz bebekli ve çocuklu aileler gidiyormuş. Restoranın son derece şık ancak insanı boğmayan sadelikte dekore edilmiş olduğunu belirtmem gerek. ÇokÇok uluslararası bir çok ödülün sahibi olan ve 2007 yılında Singapur Cumhurbaşkanlığı Tasarım Ödülünü alan mimar Kay Ngee Tan tarafından "rahat şıklık" prensibiyle, zarif ve modern bir görünüm yansıtması amaçlanarak tasarlanmış. Restoran'ın sıradışı aşçısı Bayan Nuch Japonya, Meksika ve İspanya Büyükelçilikleri'nde baş aşçı olarak çalışmış ve Tayland Kraliyet Ailesi için yemek organizasyonları yapmış. Bayan Nuch'un 4 adet yemek kitabı var ve Tayland Ulusal televizyonunda yemek programları hazırlamış. Gelelim ne yedik ne içtik. Bize servis konusunda yardımcı olan Cenk'in de tavsiyesiyle Set Menü'de karar kıldık. Set Menü fiyat olarak böyle bir restoran için çok uygun. Öğle yemeği için sadece 20 YTL ve akşam yemeği için de 40 YTL. Set Menü'de çorba ve ana yemek için farklı alternatifler var. Yan yemekler ise sabit. Bunun dışında da fiyatlar ucuz olmamakla beraber makul. Ben şu anda ilaç tedavisinde olduğum için asitli içecek ve alkol yasak. Suyla yetindim. Mehmet'se Lychee(Litchie) suyu istedi. Yemek olarak ben deniz mahsülleri çorbası (Tom Yam Talay) ve Mehmet'se tavuklu çorba (Tom Yam Kai) aldık. Deniz mahsülleri çorbasında midye, kalamar, levrek, istridye mantar, kereviz, limon otu ve galangal (zencefilin genç hali) vardı. Şunu söyleyebilirim bu çorba benim hayatımda yediğim en değişik çorba ve pek beğendim. Hastalara şifa niyetine. Diğer bir pek sevdiğim çorba Minestrone'yi ise İtalya'nın gezebildiğim hiçbir kentinde içememiş Karlovy Vary'de XXL adlı kitsch tuvaletli restoranda içmiştim ki hala tadı damağımda. Not: Prag'a gidecek olanlar Karlovy Vary'e (Carlsbad) mutlaka gidin ve XXL'de yemek yiyin. Minestrone ve pizza. Beni hatırlayın. Ata'mız da, 1. Dünya Savaşı sırasında; ağır bir böbrek hastalığı nedeniyle tehlikeli bir biçimde bozulan sağlığına kavuşmak için 1918'de önce Viyana'da sonra Carlsbad'da (Carl'ın Banyosu) tedavi olmuştur. Karlsbad bir hastane ve termaloji şehridir. Neyse konu dağılmasın (sayın yazar bu akşam çeneniz çok düşük lütfen konuyu saptırmayın!). Çorbalarla beraber servis edilen ara sıcaklar ikişer adet Tavuk Satay (Kai-Sate) ve balık köftesi (Thot Mun Pla) pek lezizdi. Balık köftesi karides ve levrek karışımından yapılıyor, hindistan cevizi sütü ve yer fıstığı sosu ile servis ediliyor. Set menünün normal servisten farkı sanırım porsiyonların daha küçük olması ama bu haliyle bile porsiyonların doyurucu olduğunu söyleyebilirim. Üstteki fotoğraflardan göreceksiniz. Ana yemek olarak ben İstridye soslu biftek (Phad neua namman hai), Mehmet'se yeşil körili tavuk (kaeng khiao wan kai) tercih ettik. İstridye soslu biftek mantar, yeşil soğan ve karabiber tohumlarıyla pişirilmiş. Yeşil körili tavuksa hindistan cevizi sütü, patlıcan ve misket limonu yapraklarıyla pişirilmiş. Benim seçimim Mehmet'inkine göre daha başarılıydı. Bu arada siteyi takip edenler Kerem'e hamile kaldıktan sonra tavukla pek aram olmadığını bilir. Halen de öyle. Yemeklerimizi bitirdikten sonra Sevgili Cenk bize Osmantus yeşil çayı (Çin'in Guangxi bölgesinden yeşil cay. Osmanthus çiçeği ile karışmış bu çay berrak renk ve kalıcı bir tat verir. Bu çayın kaynağı cok sınırlıdır ve yılda sadece bir kez toplanır. Osmanthus çiçeği zeytin leylak ve forsythia ile akrabadır ve kwei adı altında Asyanın birçok yerinde yetiştirilir.) ikram etti. Benim evde demlediğim yeşil çaylar nedense acı oluyor sanırım bol kepçe olduğum için çay miktarını fazla koyuyorum. Ya da suyun sıcaklığı ile ilgili bir yanlışım var. Son olarak serviste kullandıkları dikdörtgen tabaklar Ikea'dan. Bende de aynılarından olduğu için biliyorum. Zaten altlarına da baktım. :) Ayrıca kullandıkları chopstickler kullan-at olanlardan değil. Malzemesi çok kaliteliydi ve pek beğendim. Çayımızı içip Cenk'le vedalaştıktan sonra restorandan ayrılıp Burç Lebon'da profiterol yemek için yola koyulduk. E napalım canımız çekti :o) Bizim ÇokÇok maceramız böyleydi. Sanırım Kerem'i de bir Pazar günü ÇokÇok'a götüreceğiz.

Dip not: ÇokÇok ile ilgili yazmayı unuttuğum tek olumsuzluk her iki katta da sigara içmenin serbest olması. Masalarda küllük bulundurmuyorlar ama bu sonucu değiştirmiyor. Bence katlardan biri sigarasız salon olmalıydı. Bebekle gidecekler bu konuda hassasiyet gösterecektir.

3 yorum:

  1. :)) afiyet olsun özlem'cim.. beğendiğinize çok sevindim..

    Yalnız Karlovy Vary'ye gitmeden önce seninle tanışmıyor olmamıza da pek bir üzüldüm şimdi.. XXL'ı kaçırmışız, görüyor musun bak!!! :(

    YanıtlaSil
  2. :o)) yaşlanınca tekrar gidersiniz İmgecim. Ben mesela Venedik ve Karlovy Vary'ye tekrar gitmek istiyorum.

    YanıtlaSil
  3. 45-50'ye kadar ilk turları bir tamamlasak, benim de ikinci kez gitmek istediğim yerler listem var! :)) ama her geçen gün görülecek yerler listesine yeni bir yer daha eklediğim için ömrümüz yeter mi bilmiyorum! :)

    YanıtlaSil