ONDAN BUNDAN / DAILY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ONDAN BUNDAN / DAILY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2008

İSTANBUL'DA TAY MUTFAĞI: ÇOKÇOK, PERA MÜZESİ: DOĞU'NUN CAZİBESİ SERGİSİ, KEREM BEBEK DALİ'DE!











2004 yılında, o zaman çalıştığım şirketin gönderdiği eğitimlerden birinde tanıştığım Tayland'lı arkadaşım tanıdığım en sıcakkanlı insanlardan biriydi. Türkiye'ye döndükten bir süre sonra bana kargoyla kaju fıstıklı kukiler, köri sosları ve hindistan cevizi sütü göndermişti ancak bendeniz o dönem kukileri tüm şirkete dağıtmak dışında ganimetleri maalesef kullanamamış ancak atmaya da kıyamamış ve aylarca dolapta saklayıp son kullanma tarihlerini doldurunca zannımca tatmin olmuş ve sonunda çöpe atmayı başarmıştım. Ah şu anda olsa ne ganimetti onlar değil mi sevgili okur? Bir süredir gitmek istediğim Tepebaşı'ndaki ÇokÇok Restoran'a gitmek sonunda dün kısmet oldu. Aslında hafta sonu bayağı bir aksiyonlu geçti. Cuma günü maaile Dali'ye gidebildik. Kerem bebek ilk kültür eylemini böylece gerçekleştirmiş oldu ama ne müze ziyareti. SSM'ni birbirine kattı oğlum. Ben de konsantrasyon sıfır vaziyette sergiyi gezdim. Dali için ister deli ister sahtekar desinler, bence çok zeki ve eserleri de çok keyifli. Dali, Picasso, Miro ve Kandinsky benim pek sevdiğim ressamlar ve ilk üçünü İstanbul'da ağırlayabilmek büyük bir şans ve de onur. Dali dışında İmge'nin (http://imgetan.blogspot.com/) bizler için yaptığı program gereği :o) Pera Müzesi'ndeki Doğu'nun Cazibesi Sergisi'ni gezdik. Sergi 11 Ocak 2009 tarihine kadar görülebilir. Kısa bir bilgi:

"Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi; 26 Eylül 2008 - 11 Ocak 2009 tarihleri arasında, dünyanın en köklü sanat kurumlarından biri olan Tate Britain ve British Council işbirliğiyle hazırladığı ve Britanya oryantalist resminin dünyadaki en önemli örneklerinin yer aldığı “Doğu’nun Cazibesi” Britanya Oryantalist Resmi sergisine ev sahipliği yapıyor.

Şubat 2008’de ABD’de Yale Center for British Art galerilerinde ve Haziran 2008’de Tate Britain’ın Linbury Galerileri’nde gerçekleştirilen ve her iki ülkede de sanatseverlerden büyük ilgi gören The Lure of the East sergisi, Doğunun Cazibesi adıyla Pera Müzesi’nin 3 katına yayılıyor. Amerika ve İngiltere’den sonra üçüncü durağı İstanbul ve Pera Müzesi olan sergide yer alacak 105 başyapıta; Suna ve İnan Kıraç Vakfı Koleksiyonundan, Osman Hamdi Bey’in İki Müzisyen Kız ve Henry Bone’un Thomas Hope’un Türk Giysileri İçinde Portresi resimleri ile Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonundan, David Wilkie’nin Sultan Abdülmecid’in Portresi resimleri de eşlik ediyor. Sergi, Şubat 2009’da, dördüncü durağı olan Sharjah Sanat Müzesi’nde açılmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri’ne yola çıkacak. "

Gelelim Sergi'de sevdiklerime; Osman Hamdi Bey'in İki Müzisyen Kız tablosunu çok beğendim. 1840'ta Kahire'ye yerleşen ve 10 sene kadar orada yaşayıp Doğu kültüründen ciddi şekilde etkilenen John Frederick Lewis'in tüm eserlerini beğendiğimi söyleyebilirim. Detaylara verilen önem beni etkiledi. Lewis'in resimlerinin diğer özellikleri ise parlak ve aydınlık olmaları. Lewis 19. yy Oryantalist resim yapan ressamlar arasında hatırı sayılır bir üne sahip. Tüylerimin diken diken olduğu ansa, Lawrence'ı görmem oldu. Arabistan'lı Lawrence filmini bilmeyen yoktur sanırım. Benim sinema kültürümün asıl sorumlusu annemdir. Filmleri, oyuncuları ve yönetmenleri ayrıntılarıyla bilir. Kendimi bildim bileli sinema evde hep konuşulmuştur. Annem anneanne olmasına rağmen gösterime giren filmeri daha ilk günden kaçırmamaktadır. Avrupa sineması her zaman tercihidir. Ne diyordum konuyu dağıttım. Hımmm işte Arabistan'lı Lawrence'ı da ilk kez annem bana anlatmıştı küçükken ama o kadar kötü anlatmış ki tablosunu 4-5 metre önceden tanıdım ve verdiğim tepki "Bu da mı burda ?" Tüylerim diken diken oldu. (Hissedildiği üzere yazarımız burada son derece milliyetçi bir kişilik sergiliyor!!!) Bunun dışında David Wilkie'nin Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tablosu ve Sultan Abdülmecid'in portresi de görülesi resimler. Pera Müzesi'nden çıkarken aklım mağaza bölümündeki Miro kitabında kaldı. Bir dahaki sefere sanırım alacağım. Müze'den çıkınca da soluğu hemen yakınında bulunan ve Tay Mutfağı'nın İstanbul'daki en iyi temsilcilerinden olduğu söylenen ÇokÇok Restoran'da aldık. Arman Kırım Tay Mutfağı dünyanın en güzel mutfaklarından biridir demekle hiç de abartmamış. Ayrıca tanışmış olduğum bir çok Amerikalı bu mutfağı öve öve bitirememişti. Tabi Tayland'lı arkadaşım da. Tay Mutfağı'nda kullanılan Limon otu (lemongrass) kesinlikle akla zarar (yazarımız burada çok sevdiğini ifade etmek istiyor) bir lezzet. Wagamama'da da kullanıyorlar. Ben de yana döne aradım bugün. Caddebostan Migros'ta yoktu. Makro'larda olur belki ya da nerde olur bilen varsa yazsın ne olur. Şimdi gelelim ÇokÇok Restoran'a. ÇokÇok Türk ve Singapurlu iki ortağın Londra'da tanışmasıyla ve daha sonra Tayland'da iş yaparken böyle bir fikrin ortaya çıkmasıyla kurulmuş. ÇokÇok by Kaya On Coast'taki Kaya On Coast kuruculardan Türk olanının şirketinin adıymış. Restoran Tepebaşı'nda, bulunması oldukça kolay bir lokasyonda. Müşteri profili değişiklik göstermekle beraber genellikle Türkiye'de yerleşik yabancılar ve tursitlermiş. Pazar günleri, gündüz bebekli ve çocuklu aileler gidiyormuş. Restoranın son derece şık ancak insanı boğmayan sadelikte dekore edilmiş olduğunu belirtmem gerek. ÇokÇok uluslararası bir çok ödülün sahibi olan ve 2007 yılında Singapur Cumhurbaşkanlığı Tasarım Ödülünü alan mimar Kay Ngee Tan tarafından "rahat şıklık" prensibiyle, zarif ve modern bir görünüm yansıtması amaçlanarak tasarlanmış. Restoran'ın sıradışı aşçısı Bayan Nuch Japonya, Meksika ve İspanya Büyükelçilikleri'nde baş aşçı olarak çalışmış ve Tayland Kraliyet Ailesi için yemek organizasyonları yapmış. Bayan Nuch'un 4 adet yemek kitabı var ve Tayland Ulusal televizyonunda yemek programları hazırlamış. Gelelim ne yedik ne içtik. Bize servis konusunda yardımcı olan Cenk'in de tavsiyesiyle Set Menü'de karar kıldık. Set Menü fiyat olarak böyle bir restoran için çok uygun. Öğle yemeği için sadece 20 YTL ve akşam yemeği için de 40 YTL. Set Menü'de çorba ve ana yemek için farklı alternatifler var. Yan yemekler ise sabit. Bunun dışında da fiyatlar ucuz olmamakla beraber makul. Ben şu anda ilaç tedavisinde olduğum için asitli içecek ve alkol yasak. Suyla yetindim. Mehmet'se Lychee(Litchie) suyu istedi. Yemek olarak ben deniz mahsülleri çorbası (Tom Yam Talay) ve Mehmet'se tavuklu çorba (Tom Yam Kai) aldık. Deniz mahsülleri çorbasında midye, kalamar, levrek, istridye mantar, kereviz, limon otu ve galangal (zencefilin genç hali) vardı. Şunu söyleyebilirim bu çorba benim hayatımda yediğim en değişik çorba ve pek beğendim. Hastalara şifa niyetine. Diğer bir pek sevdiğim çorba Minestrone'yi ise İtalya'nın gezebildiğim hiçbir kentinde içememiş Karlovy Vary'de XXL adlı kitsch tuvaletli restoranda içmiştim ki hala tadı damağımda. Not: Prag'a gidecek olanlar Karlovy Vary'e (Carlsbad) mutlaka gidin ve XXL'de yemek yiyin. Minestrone ve pizza. Beni hatırlayın. Ata'mız da, 1. Dünya Savaşı sırasında; ağır bir böbrek hastalığı nedeniyle tehlikeli bir biçimde bozulan sağlığına kavuşmak için 1918'de önce Viyana'da sonra Carlsbad'da (Carl'ın Banyosu) tedavi olmuştur. Karlsbad bir hastane ve termaloji şehridir. Neyse konu dağılmasın (sayın yazar bu akşam çeneniz çok düşük lütfen konuyu saptırmayın!). Çorbalarla beraber servis edilen ara sıcaklar ikişer adet Tavuk Satay (Kai-Sate) ve balık köftesi (Thot Mun Pla) pek lezizdi. Balık köftesi karides ve levrek karışımından yapılıyor, hindistan cevizi sütü ve yer fıstığı sosu ile servis ediliyor. Set menünün normal servisten farkı sanırım porsiyonların daha küçük olması ama bu haliyle bile porsiyonların doyurucu olduğunu söyleyebilirim. Üstteki fotoğraflardan göreceksiniz. Ana yemek olarak ben İstridye soslu biftek (Phad neua namman hai), Mehmet'se yeşil körili tavuk (kaeng khiao wan kai) tercih ettik. İstridye soslu biftek mantar, yeşil soğan ve karabiber tohumlarıyla pişirilmiş. Yeşil körili tavuksa hindistan cevizi sütü, patlıcan ve misket limonu yapraklarıyla pişirilmiş. Benim seçimim Mehmet'inkine göre daha başarılıydı. Bu arada siteyi takip edenler Kerem'e hamile kaldıktan sonra tavukla pek aram olmadığını bilir. Halen de öyle. Yemeklerimizi bitirdikten sonra Sevgili Cenk bize Osmantus yeşil çayı (Çin'in Guangxi bölgesinden yeşil cay. Osmanthus çiçeği ile karışmış bu çay berrak renk ve kalıcı bir tat verir. Bu çayın kaynağı cok sınırlıdır ve yılda sadece bir kez toplanır. Osmanthus çiçeği zeytin leylak ve forsythia ile akrabadır ve kwei adı altında Asyanın birçok yerinde yetiştirilir.) ikram etti. Benim evde demlediğim yeşil çaylar nedense acı oluyor sanırım bol kepçe olduğum için çay miktarını fazla koyuyorum. Ya da suyun sıcaklığı ile ilgili bir yanlışım var. Son olarak serviste kullandıkları dikdörtgen tabaklar Ikea'dan. Bende de aynılarından olduğu için biliyorum. Zaten altlarına da baktım. :) Ayrıca kullandıkları chopstickler kullan-at olanlardan değil. Malzemesi çok kaliteliydi ve pek beğendim. Çayımızı içip Cenk'le vedalaştıktan sonra restorandan ayrılıp Burç Lebon'da profiterol yemek için yola koyulduk. E napalım canımız çekti :o) Bizim ÇokÇok maceramız böyleydi. Sanırım Kerem'i de bir Pazar günü ÇokÇok'a götüreceğiz.

Dip not: ÇokÇok ile ilgili yazmayı unuttuğum tek olumsuzluk her iki katta da sigara içmenin serbest olması. Masalarda küllük bulundurmuyorlar ama bu sonucu değiştirmiyor. Bence katlardan biri sigarasız salon olmalıydı. Bebekle gidecekler bu konuda hassasiyet gösterecektir.

20 Ekim 2008

PASİFLORA ŞİŞESİNDE BALIK OLSAM!

Bu başlık aklıma nereden mi geldi? Hangi yıldı anımsamıyorum ve şu anda hafızamı da zorlamak istemiyorum çünkü çok yorgunum. Club Med Kemer'de tanıştığımız Hollanda orijinli, İsrail'de bir üniversitede çalışan sempatik profesörümüzle köyün içinde ayaküstü sohbetlerimizden birinde, köyde teinsiz çay bulamadığını ve buna canının sıkıldığını (ah be amca kafeinsiz kahve buluyosun ya ona şükretsen, İstanbul'daki kafelerde teinsiz çay var mı ki? ) belirtmiş, konu ne kadar derinleştiyse bizi odasına Pasiflora içmeye davet etmişti :o))) Sempatik ve entelektüel olmasına karşın genelde gergin bir kişilikti. Mehmet'le önerisini kibarca reddedip, amcadan kurtulduktan sonra gülme krizine girmiştik. Ama durum çok da şirindi bir yandan. Asıl konum bu değil elbet. Mehmet'in bu seneki doğumgünü hediyesi Uşak Hatıra Ormanı'na dikilmek üzere TEMA Vakfı'ndan fidanlardı. Artık Mehmet'in dikili bir ağacı yok dikili ağaçları var :o)) Gelin görün ki kör talihim beni burada da yalnız bırakmadı. Sertifikası gelmiş ve aşkım bana çok teşekkür etti. Ancak sertifikada soyadımız yanlış yazılmıştı ve ben buna çok üzüldüm. Çünkü ben evet ben mükemmellliyetçiyim. Elimde değil. Herşeyi mümkün olduğu kadar, bilebildiğim kadar doğru, iyi ve mükemmel yapmaya çalışan biriyim. Sağlıklı mı? O tartışılır kabul ediyorum. Ama anlamadığım şu, ben bilgilerimi sisteme yazılı olarak girdim. Telefonda bildirsem diyeceğim ki yanlış anlaşıldı ama insan gördüğünü, okuduğunu anlayamıyorsa ya da dikkatsizse yapabileceğim bir şey yok. Burada amaç elbette ağaç dikmek ve katkıda bulunmak ama sertifika doğru yazılsaydı hoş olmaz mıydı, güzel bir anı olarak kalmaz mıydı. Ben mi çok takıyorum? Sinirlendim sevgili okur.

17 Ekim 2008

PEGASUS HAVA TAŞIMACILIĞI ANONİM ŞİRKETİ= İŞ BAŞVURUSU YAPABİLMEK İÇİN 10 YTL PARA TALEP EDEN ŞİRKET

Siteyi takip edenler iş aradığımı bilir. Dolayısıyla internette kariyer sitelerinde geziniyorum. Bugün Pegasus Havayolları Şirketi'nin yayınladığı iş ilanlarına çok fazla başvuru yapılması nedeniyle aranan özelliklere uygun adayların işe müracaat etmeleri, gelişigüzel başvuruların engellenmesi, en kısa sürede doğru işe doğru elemanın yerleştirilmesi ve İnsan Kaynakları Birimi’nin verimliliğinin artması için başvuru yapacak adaylardan bir kereliğe mahsus olmak üzere 10 YTL ücret talep ettiğini öğrendim. 10 YTL ödeyene kadar siz aday bile değilsiniz aday adayısınız. İçiniz rahat olsun. Kredi kartınızdan ücret tahsis edilebiliyor. Sayın Pegasus Havayolları yetkilileri kredi kartına taksit de yapabiliyor musunuz acaba? Bilgi verirseniz sevinirim. Bu uygulama yasal mıdır ya da etik midir? Dünyada durum nedir? Bunu bilmiyorum. Bilen varsa ya da Pegasus yetkilileri bizi aydınlatırlarsa çok sevinirim. Bu konuda bu hassasiyeti gösteren Pegasus acaba iş görüşmesine davet edilen adayların yol paralarını ya da yaptıkları diğer masrafları da ödeme nezaketinde bulunuyor mu? Ben mesela arabamın benzin parasını firmadan talep edebilir miyim? Merak ettim. Bir de 10 YTL ödediniz diye size iş garantisi verilmiyormuş. Böyle bir açıklama da var sitede. Hani belki fazla iyimser arkadaşlar olabilir bu bağlamda yazayım dedim. Bir de diyelim ki 10 YTL ödediniz ve görüşmeye çağrıldınız. Eğer şirketi beğenmezseniz 10 YTL kesinlikle tarafınıza iade edilmeyecekmiş. Haberiniz ola.

16 Ekim 2008

OKUYORUM: İSTANBULLULAR, BUKET UZUNER



Cep boy kitap serisine bayıldım. Hem baskı kalitesi güzel, hem küçük çantama sığıyor ve hem de ucuz.

Sevgili İmge'nin blogunda (http://imgetan.blogspot.com/2008/08/beyaz-zambaklar-lkesinde.html) bizlere tanıttığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigoriy Petrov kitabını bitirdikten sonra Buket Uzuner'in İstanbullular'ına başladım. Beyaz Zambaklar Ülksinde'yi okurken zaman zaman heyecanlandım bizim ülkemizde de burada yazanlar uygulanabilir mi diye ama zaman zaman da üzüldüm ve hayal kırıklığına kapıldım. Özeleştiri yapmam gereken, kitabın bir bölümünde eğitimli kesimin herhangi bir nedenden dolayı eğitim alamamış halk kesimlerini küçümsemek veya hakir görmek belki de yokmuş gibi davranmak yerine onlara faydalı olmak veya olabilecek etkinliklerde, davranışlarda bulunmak gerektiği tavsiye olunmuş ki ne yalan söyleyeyim kendimi sorguladım. Zaman zaman bunu ben de yapmıyor muydum? Evet yapıyordum. Bizlerin böyle bir konuda özverili olması gerektiği konusuna şiddetle katılmakla ve hak vermekle beraber söz konusu insanların da "öğrenmek" ve "anlamak" konusunda iyi niyetli ve ısrarcı olduklarına inanmak istiyorum. Ve bu kitabı her vatandaş okumalı diye düşünüyorum.

Gelelim İstanbullular'a. Kitabın henüz üçte birini okudum. Akademisyen Belgin Gümüş, heykeltraş Ayhan Pozaner, emekli tarih öğretmeni Kemalist Ulviye Yeniçağ, barmen İlyas Baturcan, Belgin Gümüş'ün eski kocası Mehmet Emin Entek ve Entek'in sevgilisi ve "pörsınıl" asistanı Tijen Derya, tuvalet temizlik işçisi Hasret Sefertaş, Boğaziçi Üniversitesi'nde profesör Yannis Seferis, San Francisco'lu turizmci Susan Constance, Belgin Gümüş'ün arkadaşı Ayda şu ana kadar tanıştığım roman kahramanları. Evet kitap karakter açısından oldukça kalabalık ve Buket Uzuner detaylı detaylı anlatıyor. Bazen ülkemizdeki sorunlardan bahsediyor, bazen aşktan, duygulardan. Şu ana kadar çok keyif alarak okudum kitabı. Bitince de yazmak isteyeceğim noktalar olursa ekleyeceğim.

15 Ekim 2008

VİCDAN





Keroş'u annemle bıraktım ve seansa 15 dakika kala Caddebostan Budak'a yetişebilmek için evden çıkıp koştura koştura yol aldım. Bir yerlere geç kalmak ve bekletilmek hayatta hiç hoşlanmadığım hareketler, durumlardır. Üniversitede Müge isimli pek sevdiğim bir arkadaşım vardı. Sonra baktım ki benim Müge'ye gösterdiğim sevgi ve saygıyı Müge bana göstermiyor. Çünkü her buluşmamızda ben ağaç, alçı ya da ne derseniz o formda Müge'yi yarım saat hatta bir saat bekliyorum. Sonunda arıza çıktı elbette uzun süredir de görüşmüyoruz. Arkadaşlıklarımda fedakarlık yapmak zorunda kalanın hep ben olma dönemini geride bırakalı çok oldu. Bakıyorum da iyi de olmuş olabilir. Ne diyordum ben nereden geldik bu konuya. Periyodum da yakın değil ama neyse idare ediverin beni. Keroş köpek ve azı dişlerini çıkarıyor. Tanrı yardımcımız ola. Efendim en son hamileyken sinemaya gitmiştim. Bu da uzun süredir sinemaya gitmediğim anlamına geliyor. Çok sevdiğim Beyaz Perde'yi tercih etmeme sebeplerimden biri yurdum insanının pörtlek mısır, hışırtılı pakettten cips ve bisküvi yeme gibi sanki o 2 saatlik dilim içerisinde kıtlıktan çıkmış tavuk misali zıkkımlanma huyudur ve beni her daim hasta etmiştir. Bir de Der Untergang-Hitler und das ende des 3.Reichs , Türkçe meali "Çöküş" adlı eseri sinemada annem ve kardeşimle izlemeye çalışırken hemen arkamızda şakkıdı şukkudu tespih çeken zatın üzerine uçmak istemem ama erkek kardeşimin arıza çıkarmaması ve ortalığın karışmaması adına bu "kültürcan maganda" insana filmin sonuna kadar katlanmak zorunda kalmamdır. Böylece sinemanın yerini aynı tadı vermesede DVD almıştır. Çok uzattım tamam.
Vicdan, küçük bir kasabada geçen üçlü ve arızalı bir aşk hikayesi. Aydanur( Nurgül Yeşilçay) arayış içinde bir karakter, Songül'se (Tülin Özen) filmin başında yaşamı olduğu gibi kabullenmiş, silik bir karakter izlenimi verse de yüzleşmek zorunda kaldığı, yakın arkadaşının kocasını elinden alması durumu nedeniyle kendisinden pek de ummadığımız bir davranış biçimi sergileyen ve aldatan kadına güzellikle yaklaşan bir karakter . Filmde Songül'ün buhran durumu çok kolay geçiştirilmiş diye düşünüyorum. Öte yandan Mahmut karakterinde Murat Han bence gayet başarılı. Beni rahatsız eden nokta bu kasabalı karakterin Murat Han'ın sırtındaki gibi dövmelere sahip olması, çok sırıtmış. Diğer yandan evde üçlü yenilen yemek sahnesini sevdim. Eleştirmenlerden birinin yazdığı Cem Özer arabadaki sevişme sahnesi konusunda olay yaratır mı konusu bana saçma geldi. Bence arabadaki sevişme sahnesi yeterince iyi bile değildi. Nurgül Yeşilçay'a gelince kesinlikle güzel bir kadın. "İkinci Bahar" dizisinde kendisini gelecek vadeden genç oyuncu olarak pek beğenmiştim ama maalesef bana oynadığı karakteri hissettiremiyor. Daha net ifade etmeye çalışırsam onu izlerken oynadığı karakteri izlemiyorum ben Nurgül Yeşilçay'ı izliyorum. Bu benim nacizane sinema izleyicisi olarak duygum ve düşüncem. İyi oyuncu mudur kötü oyuncu mudur bunu kritik edecek eğitimim veya tecrübem yok ama bir şekilde Nurgül Yeşilçay'da sanki bir zorlama veya zorlanma durumu hissettim ben. Doğal gelmedi. Filmle ilgili kötü eleştiriler okudum. Bence genel olarak film izlenesi bir filmdi. Konu belli, bir üçüncü sayfa haberi. Bazı sahnelerde kahkaha atacaktım ki sinema kalabalık olmadığı için utandım ve kendimi tuttum. Bunlardan birisi Murat Han'ın Nurgül Yeşilçay'la sevişirken karısı Songül yani Tülin Özen onları basınca "Sen de gel" repliği, diğeriyse konsomatrislik yapan Songül'ün imam nikahı ile evlendikten sonra otobüsteki türbanlı görüntü sahnesi. E bir kısım yurdum erkeği pavyondan hatun kişi alıverince türbana sokuyor hatun kişiyi. Böylece noluyor geçmiş siliniyor ve hatun kişi bir ahlak abidesi haline geliyor, vallahi çok güldüm. Sıradan Amerikan filmlerinden çok mu kötüydü Vicdan? Hayır hiç değil. Hoşça vakit geçirdim. Önemli olan da buydu. Elbette bir "Uzak" ya da "Mutluluk" ya da "Anayurt Oteli" , "Masumiyet", "Babam ve Oğlum" ya da daha eskilerden "At" aklıma ilk gelenler, bunlardaki keyif yoktu ama çok kötü değildi Vicdan. Efendim gidiniz ve Türk Sineması'nı destekleyiniz.

25 Eylül 2008

OKUYORUM: VEDA, AYŞE KULİN


Hamileliğimin son dönemine doğru kitap okuyamaz hale gelmiş, evin içinde sabahlara kadar anlamsız bir şekilde dört döner olmuştum. Anne olanlar bilir, son dönemde o kocaman göbekle ne sağa dönebiliyorsunuz ne sola hep sırt üstü yatmak benim gibi yan yatmayı seven biri için gerçekten pek bunaltıcı olmuştu. Elbette 2007 yazının o korkunç ve 40 derece üzerinde seyreden sıcağından bahsetmemek olmaz. Doğumdan sonra elime alabildiğim ilk kitap oldu Ayşe Kulin'in Vedası ve elimden bırakamıyorum.
Kitap Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerini, işgal altındaki İstanbul'u, son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey ve ailesinin yaşadığı konakta yaşananları anlatıyor bize. Osmanlı'nın çöküşü ile Cumhuriyet'in temellerini atan, mücadele veren Milliciler anlatılıyor kitapta. Ayşe Kulin her zamanki gibi oldukça sürükleyici bir roman yazmış. Ve isterim ki özellikle gençler, yeni nesil okusun bu romanı. Çünkü Ayşe Kulin bir yandan yakın tarihi bize anlatırken belki de hatırlatırken demeliyim bir yandan da son derece insana özgü duyguları, durumları ve olayları öyle güzel kurgulamış ki. Bu arada kitaptaki Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey, Ayşe Kulin'in anne tarafından büyük dedesi. Diğer bir bilgi ise Veda romanı 3 kitaplık bir roman dizisinin ilk kitabıymış. İlk romanda dedesinin hayatıyla birlikte Osmanlı'nın çöküşünü ve saltanatın bitişini anlatan Ayşe Kulin, ikinci kitabında kendi doğumunu, üçüncüsünde ise şu yaşadığımız zamanları anlatacakmış.

17 Eylül 2008

İSTANBUL'DA BİR SÜRREALİST: SALVADOR DALİ


Dışarıda inanılmaz güzel bir şekilde yağmur yağıyor. Çok yoğun ve gürültülü. Kendimi balkona attım, toprak kokusunun keyfini çıkardım. Nihayet Sonbahar hissedilmeye başlandı. Şimdi fırsat buldukça tiyatro, sinema, müze ve konser zamanı, elbette Kerem bebek müsade ettikçe... Ve bu ay içinde, Eylül 2008'de Salvador Dali tüm ihtişamıyla İstanbul'a bizi kucaklamaya geliyor. 20.09.2008-20.01.2009 tarihleri arasında Akbank'ın sponsorluğundaki sergi Sabancı Müzesi'nde görülebilir. Salvador Dali'nin kapsamlı bir retrospektifi niteliğini taşıyacak sergide; yağlıboya tablolar, çizimler ve grafiklerden oluşan 270 eserin yanı sıra, el yazmaları, fotoğraflar ve çeşitli dokümanlar yer alacakmış. Vereceğim linkten Dali'nin özlü sözlerini :o) okumanızı tavsiye ederim. Beni hem güldürdü hem de düşündürdü: http://www.daliistanbulda.com/main.html Sakıp Sabancı Müzesi web sitesinden alıntı yaptığım biyografisini aşağıda okuyabilirsiniz. Ve size son bir güzellik daha yapıp "Burning Giraffe" ile baş başa bırakıyorum.


"
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí y Domènech, kısaca Salvador Dalí (11 Mayıs 1904 – 23 Ocak 1989), sürrealizm akımının en önde gelen temsilcilerinden İspanyol ressam ve özgün baskı sanatçısı.Madrid Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gördüğü sıralarda metafizik resmin öncülerinden de Chirico ve Carra’nın etkisi altında kaldı. Ön-Raffaellocuların ayrıntılı gerçekçiliğine ve Ernest Meissonier gibi 19. yüzyıl ressamlarının yapıtlarına da derin bir ilgi duydu.1927’de Madrid’de İber Sanatçılar Derneği’nin sergilerine katılmaya başladı, ayrıca Barselona’da Dalmau Galerisi’nde sergiler açtı. Şair Federico García Lorca ve sinema yönetmeni Luis Bunuel ile bu sıralarda arkadaş oldu. 1928’de iki kez Paris’e gitti, Picasso ve Míro ile tanıştı. Ertesi yıl Goemans Galerisi’nde yapıtlarını sergiledi ve sürrealizm akımına katıldı. Aynı yıl şair Paul Eluard’ın eski karısı Gala ile evlendi. Dalí’nin yaşamında her zaman önemli bir yeri olan Gala onun sürrealizmle bütünleşebilmesinde de önemli bir rol oynadı. Dalí, Bunuel ile 1928’de Un chien andalou (Bir Endülüs Köpeği), 1930’da da L’Âge d’or’u (Altın Çağ) çevirdi. 1934’te Lautréamont’un Les chants de Maldoror (1869; Maldoror’un Şarkıları) adlı kitabını resimledi. 1937’de İtalya’ya bir gezi yaptı. II. Dünya Savaşı nedeniyle 1940’ta birçok Avrupalı sanatçı gibi ABD’ye gitti, 1941’de New York kentindeki Modern Sanat Müzesi’nde bir retrospektif sergi açtı. Aynı yıl La vie secrète de Salvador Dalí (Salvador Dalí’nin Gizli Yaşamı) adlı otobiyografisini kaleme aldı. Bu kitapta, çocukluğunda şiddetli isteri krizleri geçirdiğini belirtiyordu. Okulda öğrencileri ayaklandırmaya kışkırttığından cezalandırılmış, 1926’da da okuldan uzaklaştırılmıştı. Dalí yaşamı boyunca olağandışı tavırları ve gösterişçi yanıyla da ününü sürdürdü.Dalí’ye göre insan, klinik paranoya olayında olduğu gibi, gerçek bir düş dünyası yaratmalı, ama bunu yaparken de usun denetim altında tutulup iradenin bilinçli olarak bir süre askıya alındığını da unutmamalıydı. Bu yöntemin sanatsal yaratının yanı sıra, günlük yaşamda da benimsenmesini savunan Dalí, hem yapıtlarına hem de yaşamına bu doğrultuda yön verdi. 1936’da Londra’daki Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi’nin açılışına dalgıç giysileri içinde ve tasmalarındna tuttuğu iki tazıyla gelmesi bu tür davranışlarının bir örneğiydi.Dalí, Sigmund Freud’un bilinçaltı imgelerin erotik çağrışımları üzerine yazdıklarından ve Paris sürrealistlerinin bilinçaltını ortaya çıkarma eğilimlerinden büyük ölçüde etkilenmişti. Sürrealizmde düşüncenin herhangi bir mantık çizgisi izlemeden akmasını temel alan otomatizm kavramını benimsediyse de, bunu öbür sürrealistlerden daha iyimser bir bakış açısıyla işledi ve bu eğilime “eleştirel paranoya” adını verdi. Yapıtlarında yarattığı düşsel (büyülü) gerçekçilik, betimlediği gerçekdışı düşsel mekan ve garip düşsel imgelem ile bir karşıtlık oluşturuyordu. Bu yapıtlarda düşle gerçeği ayırmak neredeyse olanaksızdı. Dalí’nin amacı günlük uğraşıları alaycı bir tavırla düşsel hale getirmekti.Çoğu kez karanlık bir Katalan manzarası içine yerleştirilmiş, vücudundan yarı açık çekmeceler çıkan insan figürleriyle (“Yanan Zürafa”, 1936-37, Sanat Müzesi, Basel) sanki balmumundan yapılmış ve güneş ısısıyla eğrilip bükülmüş saatler (“Belleğin Israrı, 1931, Modern Sanat Müzesi, New York) en sık kullandığı temalardı. “Veristik sürrealizm” olarak da anılan bu eğilim içinde Dalí birbiriyle ilişkisiz düşsel imgeleri gerçekçi bir yaklaşımla ve otomatizm yöntemini kullanarak bir araya getirmişti. “Aydınlatılmış Hazlar” (1929, Modern Sanat Müzesi, New York), “Delfli Vermeer’in Bir Masa Olarak Kullanılabilen Hayaleti” (1934, Salvador Dalí Müzesi, Cleveland, Ohio) ve “İç Savaş Sezgisi” (1936, Sanat Müzesi, Philadelphia) onun bu doğrultudaki önemli yapıtlarıdır.Dalí 1937’deki İtalya gezisinde Raffaello ile İtalyan barok ressamların etkisi altına girdi ve kendine özgü bir çağdaş klasikçilik arayışına yöneldi. 1939’da André Breton tarafından sürrealistler grubundan çıkartılan Dalí, II. Dünya Savaşı sonrasında mistik bir anlayışa yönelmekle birlikte, sürrealist öğelerden bütünüyle uzaklaşmadı. “Son Yemek” (1955, Ulusal Sanat Galerisi, Washington, D.C.), “Diriliş” (1961, Bruno Pagliali Koleksiyonu, Mexico) ve “Dalí’ye Bakan Gala” 81965, André François Petit Galerisi, Paris) geç dönem yapıtlarına örnektir.Kaynak: AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık A.Ş., İstanbul 1994, Cilt 13, sf: 256-257."

14 Eylül 2008

KAHVE YAPMANIN KOLAY VE LEZZETLİ YOLU; FRENCH PRESS




İlk French Press'imi doğru anımsıyorsam 2004 yılında Paşabahçe'den satın almıştım. Muhtelemen Çin malı uyduruk bir aletti ama iş görürdü. Evde espresso makinesine terfi edene kadar da bu aleti Mehmet'le bolca kullandık. Mehmet bir süredir ofiste kullanabileceği bir French Press istiyordu. Ben de Malikanemizin Tedarik ve Lojistik Müdiresi olarak konuya el atıverdim. Aklına hemen Bodum ve Chambord serisi geliyorsa fena halde yanılıyorsun sevgili Okur! İsme değil fonksiyona ve kaliteye para öderim mentalitesindeki bir bankacıya elbette Bodum alacak halim yoktu. Sevgili eşim için yukarıdaki fotoğrafta göreceğiniz üzere Tchibo'nun French Press'ini ve denemesi için de iki farklı aromada Tchibo kahvesi satın aldım. Dilediğiniz kahveyi minimum 50 gramlık paketler halinde satın alabilmeniz ve bendeniz gibi evde (ya da iş yerinizde) kahve öğütücüsü kullanacak kadar olaya "embedded " olmamış bir kişilikseniz kahvenin sizin için French Press ayarında yani kalınca öğütülebilmesi Tchibo'nun size sunduğu güzellikler. Zira marketten alacağınız bir paket vakumlanmış Jacobs filtre kahvede böyle bir şansınız yok. Kahve yaparken bir fincan için ortalama 6-8 gram kahve kullanılması gerektiği tavsiye olunur ama benim damak tadım ortalama 10 gramda karar kılmıştır. Bir de eğer French Press kullanıyorsanız özellikle soğuk kış günlerinde cam hazneyi önce sıcak suyla çalkalamanızda fayda vardır. Böylece hem cam haznenin varsa (muhtemelen borosilikat camdır ve olmamalıdır diye düşünüyorum, okuyan teknik okur varsa ve bizi aydınlatrsa sevinirim) çatlama ihtimalini düşürürsünüz hem de hazırladığınız kahvenin çabucak soğumasını engellemiş olursunuz. Tchibo'dan aldığım kahvelerden biraz bahsedeyim;
  • Guatemala Grande: Eşsiz kahve çekirdekleri, Guatemala’nın verimli volkanik topraklarında ve dengeli ikliminde yetiştirilmiş ve özenle toplanmıştır. En belirgin özellikler: Yumuşak içimli ve kuvvetli. Çekirdek türü: %100 Arabica
  • Schattenwald Kaffee: (Doğanın Özü) Honduras, Kolombiya, El Salvador ve Brezilya’nın sonsuz ve doğal dağlık ormanlarındaki büyük ağaçların yapraklarının koruması altında özel olarak yetişen Schattenwald Kaffee, çok yönlü tada sahip olup, hafif kahve seven herkes için uygun bir seçimdir.
    Rainforest Alliance sertifikası, bu kahvenin sıkı standartlar doğrultusunda yetiştirildiğini ve işlendiğini, tarım ve ormacılık alanlarının yine bu standartlara göre korunduğunu garanti etmektedir. En belirgin özellikler: Doğal, yumuşak, hafif. Çekirdek türü: %100 Arabica
Ve son olarak Tchibo kahve rehberinden kahve ile ilgili;
  1. Yoğunluk: Kahve yudumlandıktan sonra, tadın ağızda kaldığı süre. Yoğun kahvenin tadı, daha uzun süre hissedilir.
  2. Aroma: Kahve yudumlandıktan sonra içerdiği tat, koku ve baharların genizde bıraktığı izlenim.
  3. Yumuşaklık: Kahve tadının içerdiği farklılıkların, birbirleriyle olan bütünlüğü. Yumuşak tanımlı kahveler daha az farklı tat içerir.

13 Eylül 2008

BEBEKLER İÇİN KİTAP


Kerem yaklaşık iki haftadır kitap düşkünü bir bebek olup çıktı. Zaman zaman yemeye çalışıp zaman zaman ters tutsa da evde, pusetinde ve arabada kitabını alıyor, iki eliyle kavrıyor büyük insan edasıyla sayfalarını çevire çevire bakınıp duruyor. Oyuncaklarından bir kaç dakika içinde sıkılan Kerem bebek kitaplarıyla 10-15 dakika oyalanabiliyor. Hem sevindiğim hem de bazen gerçekten kabak tadı veren bir kitabı abartısız 9-10 kez üst üste anlattırma huyu var ki Mehmet'le sabır sınırlarımız zorlanıyor. İkinci veya üçüncü okumadan sonra; Ben: "Neymiş oğluşum neymiş bebişim bu tavşolar(tavşanlar) pış pış yapıyomuş oğlum. Pış pış pış..." Mehmet: "Bu tavşanlar var ya bu tavşanlar oğlum..." Devamı gelmiyor tabi ama ben ses tonundan ve vurgudan hissedebiliyorum. :o) Bugün Cadde'de yürüyüş yaparken Caddebostan'daki İş Bankası yayınlarından oğluma Lara Jones'un Pisi Kedi'nin Yaramazlıkları kitabını aldık. Kitabın içinde dokunabileceği yumuşak aç-kapa kanatçıkları var. Arka kapağından alıntı: "Bu tür kitaplar bebeklerin görme, işitme ve dokunma duyularını kullanarak kelimeleri, eylemleri ve duyguları öğrenmelerine ve zeka gelişimlerine yardımcı oluyor." İş Bankası'nın bebek ve çocuk kitapları konusunda çok güzel yayınları var. Debi Gliori'nin bir kaç kitabını da aldık ve onları da keyifle okuyoruz. Elbette bu arada olmayan taklit yeteneğimi de kitaplardaki karakterleri Kerem'e anlatırken geliştirmeye çalışıyorum. Bahsetmek istediğim diğer bebek kitapları Net yayınlarının küçük kitaplar dizisi ki Kerem bunlarla yatıp bunlarla kalkıyor. Toplam 8 adet kitaptan oluşan serinin Hayvanlar, Renkler ve Şekiller kitaplarını aldık. Bu seri 1-3 yaş arası bebeklere hitap ediyor. Her sayfada basit ve sevimli figürler verilmiş ve oldukça renkli. Bir de dikkat ettim bebek kitaplarının çoğu Çin'de basılıyor. Bu seri Türkiye'de üretiliyor ve Türk markası, baskı çok kaliteli. Bebeği olanlara tavsiye etmek isterim. Üstteki fotoyu da sizler için çektim ama pek başarılı çıkmamış.

9 Eylül 2008

İZLİYORUM: THE BIG BANG THEORY

Leonard, Sheldon, Howard, Penny, Raj karakterlerinden oluşan Amerikan durum komedisi, sitcom'u(situation comedy). Leonard ve Sheldon iki dahi genç. Aynı zamanda ev arkadaşı. Penny ise aptal sarışın rolündeki kapı komşuları garson kız. Dizi iki ev arkadaşıyla güzel garson kızın günlük yaşamlarını anlatıyor. Bir de Caltech'te fizikçi olan Howard ve Hintli fizikçi Raj var. Onlar da evlere şenlik tipler. Benim favori karakterim Sheldon. Çok gülüyorum bu diziye. Kaçırmayın derim. Her Salı 20:30 CNBC-e. Detaylar için: http://www.ntvmsnbc.com/news/458815.asp

6 Eylül 2008

PARMAK ARASI TERLİK SENDROMU

Sana da flip flop alalım olur mu aşkım repliğiyle başlayan ve yıllardır süren Mehmet'e parmak arası terlik(sadece plajda) giydirme çalışmalarım son bir darbe daha aldı. Geçen hafta içinde Boyner'deki Havaianas terlikleri indirime girmiş görünce parmak arası terlik alerjisi olan ama diğer terliklerle plaj magandası gibi oluyorum değil mi Joujoucum diyen sevgili eşim bu sefer de muvaffak olamadı. Evde yeşil gri desenli Havaianas terliklerle bir aşağı bir yukarı gezen sevgili Mehmet; "Yapamayacağım Joujoum bu ızdıraba daha fazla katlanamayacağım. Parmaklarım acıyor. Çok sert bunlar" diye acındırma çalışmalarına başlayınca içim kaldırmadı ve terlikleri bugün iade ettik. Bu arada oğlum şimdiden bebek ikoncanı olmaya aday. Seneye Kerem bebek plajda flip floplarla dolaşırsa hiç şaşırmayın. Ne diyordum neyse iade işleminden sonra spor kıyafetler reyonuna da bakalım Joujoum belki ordakilerin arası bez ya da deridir belki de incedir hissetmem diyen Mehmet'le reyondaki bilumum markaları denedik ama sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır. Ve Mehmet; Joujoucum altı lastik üstü lastik arasında bir bez parçası buna 42 YTL vermeye değer mi zaten giyemiycem büyük ihtimalle. Bunun maliyeti ne? Yok yok ben vazgeçtim bu işten. Gaffur terliğine bile razıyım!!!

4 Eylül 2008

LÜTFEN! NEGATİF ENERJİNİZİ BİR ZAHMET ÇEKİN ÜZERİMDEN!!!

Bir süredir üzerimde daha doğrusu ailece üzerimizde hissettiğimiz bir negatif enerji durumu var ki gerçekten çok yoruldum ve bunaldım. Fazla geriye gitmiyorum. Son zamanda yaşadıklarımızı anlatayım size. Önce evimi benden kaynaklanmayan nedenlerle su bastı. Kerem halen odasında uyuyamıyor ve odasının keyfini çıkaramıyor. Bu durum beni çok üzüyor. Yatak odalarından birindeki gömme dolabın rafı çöktü. Basit görünmekle beraber evde tamir edilebilecek bir şey değil yani usta çağırmak lazım geldi. Su basması nedeniyle oluşan zarar için de usta gerekiyor ve halen onarım yapılabilmiş değil çünkü her yerin yeterince kurumasını beklemek zorunda kaldık. Bu arada bizim yatağımız ki kendisini güzide bir mobilya firmasından almıştık, çöktü. Servis çağırmak durumunda kaldık. Sonra banyodaki sık kullandığımız aplik bozuldu ve halen tamir edilmeyi bekliyor. Ayrıca banyo tavanındaki balastların anlamsız bir şekilde aşırı gürültü yapması nedeniyle çağırdığımız elektrikçi sorunu halledemedi. Bu arada herşey birbiri ardına oluyor. Bunlar yeterince şiddetli gelmedi mi? Sıkı durun o zaman. Uzun süredir küçük bir tamirat gerektiren duşakabinin cam bölmesi için gelen servis bugün duşakabinin cam kanatlarından birini patlattı. O heyula gibi, uzun ve dev cam (elbette temperli) tuzla buz oldu. Çıkan sesi hiç sormayın. Kerem'in aklı çıktı. Servis elemanında küçük kesikler oluştu, banyo battı. Oysa sadece minik bir tamirat için gelmişlerdi. Daha buzdolabı için servis gelecek. Eminim yazmayı unuttuklarım da vardır. Herşey beni mi buluyor? Nazar mıdır, negatif enerji midir, ya da adı her neyse kışşşşşşşttttttttt kıştttttttttttttt kıştttttttttttttttttttt!!!!
Dip not: Siteye nazar boncuğu taktım, yarın da eve eşek gözü kadar bir nazar boncuğu alacağım.

2 Eylül 2008

BOLÇİ'Yİ SONUNDA DENEDİK

Bolu çikolatası Bolçi uzun süredir denenecekler listemizdeydi ama bir türlü kısmet olmamıştı. Amasra'ya giderken ve dönerken Kerem için hemen hemen tüm park alanlarında mola verdik. Ben de fırsat bu fırsat dedim ve bir kutu fındıklı, bir kutu da fıstıklı Bolçi aldım. Bolçi'nin içi krokanlı. Fıstıklı olanı fındıklı olana göre daha başarılı buldum ancak bana çikolatadan çok bir çeşit çikolatalı tatlı veya çikolatalı krokan gibi geldi. Web sitelerine baktım ve İstanbul'da da Bolçi bulabileceğinizi gördüm. Deneyiniz!!!(http://www.bolci.com.tr/)

31 Ağustos 2008

KEREM BEBEK İŞ BAŞINDA!


Fotoyu çektim ve aklıma makinede elektrik kaçağı olabileceği geldi. Çıkmasına bir daha izin vermedim. Çok şeker değil mi?:o)

İŞ ARIYORUM

Yeniden iş aramaya başladım. Bir kaç görüşmeye de gittim ama durum pek parlak görünmüyor. Ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, siyasi ve ekonomik konjonktür göz önüne alınırsa "vahim" kelimesi durum için daha uygun görünüyor. Linkedin.com'a kayıt oldum ama tanıdık pek kimseyi bulamadım. Acaba profesyonel iş aramaktan vazgeçip bir pasta börek dükkanı mı açsam diyorum? Zira mezun olduktan sonra yaptığım iş görüşmelerimi kayda alsaydım herhalde 40 bölümlük bir sitcom olurdu. Yemek blogunda bu yazının ne işi var diye sormaya kalkmayın sakın. Yazarım yazarım blog benim değil mi sevgili okur? Biraz stres atmam gerek. Sanırım TR sınırları içinde bebeği olan bir kadını işe almak isteyen şirket yok. Amerika'da diskriminasyon sayılan bu tarz tutumlar yurdumda maalesef olağan statüsünde. Bebeğim olmadan önce de Özlem Hanım siz 30lu yaşların başındasınız ve şu kadar senedir evlisiniz. Bebek düşüncesi vardır değil mi? Bazen çok açık, bazen üstü kapalı. Bebeği olupta çalışanları işten mi atıyorsunuz anlamadım ki. Üstelik ben pek marifetliyim bir bilseniz nasıl organizeyimdir. Evimde her şey milimetrik düzendedir. Bebeğimi, evimi ve işimi bir arada yürütebilirim. Bir deneseniz diyorum!!!

30 Ağustos 2008

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!




GENÇLİĞE HİTABE'DEN :
...Bir gün istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. ..'
...Memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927

22 Ağustos 2008

SİTEME NE OLMUŞ?

Moralim bozuldu. Sitedeki eski yazılarıma bir haller olmuş. Okunmaz haldeler. Blogger şekil şemal değişikliği yapmış da ondan mı olmuş? Henüz anlamadım. İmdat!!! Teknik servis var mı teknik servis? Yazacak bir sürü gönderim var ama önce bunları düzeltmem lazım yoksa obsesif kompulsif tarafım dürtüp duruyor!!!

8 Ağustos 2008

GİDİYORUM

KISA BİR TATİL PLANLAMIŞTIM AMA İKİ HAFTA KADAR AMASRA'DA OLACAĞIM. GÖRÜŞMEK ÜZERE.

23 Temmuz 2008

GELECEK YAZI:

İSTİNYE PARK FAR EAST (DRAGON EXPRESS), DELICATESSEN, CAFFE NERO

6 Haziran 2008

İSTANBUL AVRUPA KOROSU 2008 BAHAR KONSERLERİ

Biz gidemedik çünkü Kerem bebek akşam saatlerinde uykuya dalıyor ve saat 22:00 gibi meme emmek için kalkıyor. Spiritüel ortamlarda müzik dinletisine bayılırım üstelik ücretsiz. Anadolu yakası şu anda dinletide olmalı ve Avrupa yakası için bilgiyi veriyorum:

6 ve 7 Haziran 2008 tarihlerinde Giacomo Puccini'nin Messa di Gloria adlı eserinin seslendirileceği konserler Harbiye St. Esprit Katedrali ve Moda Asompsiyon Kilisesi'nde(Notre dame de l assumption, Moda) gerçekleşecek.
Piyanist: Sergei Gavrilov
Tarih: 6 Haziran 2008, CumaSaat: 20.30 Giriş ücretsizdir.
Yer:
Asompsiyon Kilisesi, Moda
Tarih: 7 Haziran 2008, CumartesiSaat: 20.30 Giriş ücretsizdir.