26 Eylül 2008

ŞEKER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!!!

Bir yazım daha vardı ama yazamayacağım çünkü laptopum bozuldu. Şu anda annemden yazıyorum. Bayram'da yokum Amasra'da olacağım. Hazır balık sezonu da açılmışken bol bol balık ve salata yiyeceğim. Temiz havanın ve yeşilin keyfini çıkaracağım. Dönüşte görüşürüz Herkesin bayramını kutluyorum. Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpüyorum :o)))

PALLADIUM




Alışveriş merkezleri turumuza dün açılan Palladium'u da ekledik, eksik kalmadık. Kendime hayret ediyorum bazen. Alışveriş merkezi meraklısı oldum çıktım. Eee insanın her gün kapıyı gösterip "anne atta" diyen bir oğlu olunca anne de her gün nereye gideceğini şaşırıyor. Açılış günü Palladium'a gitmek iyi bir fikir gibi görünmemekle beraber anneme gidiş-dönüş yolu üzerinde bulunduğu için hadi dedik gidip bakalım neymiş bu Palladium. Dün ekip(Kerem bebek, anneanne ve ben) olarak Palladium'a gittik. Biz öğlene doğru gittik ki ne çok meraklısı varmış buranın. Otopark doluydu. Palladium oldukça büyük ama Cevahir AVM kadar ya da İstinyepark kadar değil. Cevahir AVM gibi sevimsiz olmadığını da belirtmeliyim. Ben beğendim Palladium'u. Bu yakada olmayan bazı sevdiğim mağazaların da olmasına sevindim. Aklıma gelen bir kaç mağaza ve yiyecek mekanı sayayım Zara Home, Etam, Banana Republic, Gap, Cafe Nero, Cookshop, Sephora, Kitchenette, vs...Hoşlanmadığım şeyse inşaat halinde açılması. Açılış tarihi için bayram alışverişine yetişme telaşının olduğu belli ancak ortalıkta inşaat artıkları, kablolar, bir yerleri yetiştirmeye çalışan inşaat işçileri, ortalığı temizlemeye çalışan temizlik elemanlarıyla Palladium tam bir keşmekeşti. Öğleden sonra Star TV'de yayınlanacak olan düelloyu izlemek üzere Keroş'la babaannemize gideceğimiz için Palladium'da çok fazla vakit geçirmedik. Şöyle bir dolaştık ve ben elbette Zara Home'a takıldım. Mutfaktaki küçük masamız için bir çift Amerikan servis ve çok hoş pembe bir sepet aldım. Fotolarını da yukarıda ekledim. Son olarak Palladium bence Anadolu Yakası'nın en güzel ve en gözde alışveriş merkezi olacak. Tek problemse Batı Ataşehir, Kozyatağı veya Yeni Sahra denilen bölgedeki sevimsiz lüks toplu konutların sahipleri ya da kiracıları yerleşince, altyapısı olmayan ama şu anda zorlayarak yapılmaya çalışılan bu bölgenin Palladium AVM ziyaretçileri ile beraber trafiğinin ne olacağı sorusudur. Ve http://www.skyscrapercity.com/ sitesinden bir alıntı, nedir bu Palladium?





"Palladium " (Palladio) isminin iki manası olabilir:




1) Tanrı'nın Küresi ( Palla = Küre/Top, Dio = Tanrı )Dikkat ederseniz kocaman bir cam "küre" var."Palladium" logosunda da küre var.




2) Ünlü mimar Palladio (klasik çağ Yunan ve Roma mimarisini geç Rönesans döneminde yeniden yorumlayıp özellikle İtalya'nın Veneto bölgesinde (eski Venedik (Serenissima) Cumhuriyeti) muhteşem yapılar gerçekleştirmiştir)Dikkat ederseniz bahçenin girişinde bir "kolonad" var.Palladio özellikle villaları ve "rotunda"ları ile ünlüydü, o yüzden küresel/dairesel formlar da onun tarzının bir parçası olarak yorumlanabilir.

25 Eylül 2008

OKUYORUM: VEDA, AYŞE KULİN


Hamileliğimin son dönemine doğru kitap okuyamaz hale gelmiş, evin içinde sabahlara kadar anlamsız bir şekilde dört döner olmuştum. Anne olanlar bilir, son dönemde o kocaman göbekle ne sağa dönebiliyorsunuz ne sola hep sırt üstü yatmak benim gibi yan yatmayı seven biri için gerçekten pek bunaltıcı olmuştu. Elbette 2007 yazının o korkunç ve 40 derece üzerinde seyreden sıcağından bahsetmemek olmaz. Doğumdan sonra elime alabildiğim ilk kitap oldu Ayşe Kulin'in Vedası ve elimden bırakamıyorum.
Kitap Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerini, işgal altındaki İstanbul'u, son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey ve ailesinin yaşadığı konakta yaşananları anlatıyor bize. Osmanlı'nın çöküşü ile Cumhuriyet'in temellerini atan, mücadele veren Milliciler anlatılıyor kitapta. Ayşe Kulin her zamanki gibi oldukça sürükleyici bir roman yazmış. Ve isterim ki özellikle gençler, yeni nesil okusun bu romanı. Çünkü Ayşe Kulin bir yandan yakın tarihi bize anlatırken belki de hatırlatırken demeliyim bir yandan da son derece insana özgü duyguları, durumları ve olayları öyle güzel kurgulamış ki. Bu arada kitaptaki Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey, Ayşe Kulin'in anne tarafından büyük dedesi. Diğer bir bilgi ise Veda romanı 3 kitaplık bir roman dizisinin ilk kitabıymış. İlk romanda dedesinin hayatıyla birlikte Osmanlı'nın çöküşünü ve saltanatın bitişini anlatan Ayşe Kulin, ikinci kitabında kendi doğumunu, üçüncüsünde ise şu yaşadığımız zamanları anlatacakmış.

21 Eylül 2008

KADIKÖY BAMBİ, HACI BEKİR'DE PROFİTEROL VE DEMİRHİNDİ ŞURUBU, DİCLE BALIK MARKET, KOMŞU FIRIN

Kalabalık bir başlık oldu. Dün ıvır zıvır işler için sevgili Mehmet'le Kadıköy'e gittik. Deniz otobüsü iskelesinin hemen yanında oldukça geniş bir alana yayılmış olan İspark'a arabayı park edip çarşıya doğru yola koyulduk. Bilginiz için İspark tüm gün sadece 5 YTL. Kadıköy'de çok fazla otopark var ve fiyatlar tutturabildiklerine. Otopark fiyatlarını kim denetler acaba merak ettim şimdi. Ne diyordum, çok acıktığımızdan önceden denememiş olduğumuz Kadıköy Bambi'ye aklımızda acabalarla (Taksim'deki Bambi'yi tutar mı?) giriverdik. Ben iki adet peynirli burger ve kapalı ayran, Mehmet'se elma-havuç suyu eşliğinde kaşarlı döner dürüm ve dilli kaşarlı tost istedi. Ve Bambi'ye benden tam not. Ne eksik ne fazla lezzet olarak Taksim Bambi'den fark yok. Bence Bambi'nin peynirli burgerleri bir çok ünlü fast food zincirinde yiyebildiklerimizden çok daha leziz ve aynı zamanda favori Bambi yiyeceğim. Dilli kaşarlı tostu lezzet yoksunu buluyorum. Bir şekilde adı çıkmış. Kaşarlı dürüm dönerse güzel olmakla beraber bana ağır geliyor ama hepsi de yenilebilir kalitede. Şu anda tam anımsayamıyorum. Bir tarihlerde Sıraselviler'e doğru uzanan yerli fast food dükkanlar denetlenmiş ve görüntülü haberde, her ne kadar adını yayınlamasalar da, hijyen kurallarına uyan tek dükkanın Bambi olduğunu anlayınca, ülkemizde bu tür işletmelerin konuya verdiği önemi düşünüp neredeyse koltuktan direkt saygı duruşuna geçecektim. Sözün özü Bambi fast food ama temiz, lezzetli ve ucuz.

Hava oldukça serinlemiş olduğu için Mehmet'le bünyelerin tatlı tatlı şeklinde bağırdığına karar verdik (bahaneye bakar mısın sevgili okur?). Baylan mı yoksa Hacı Bekir mi diye düşünürken, Mehmet'in aklına küçükken rahmetli kayınpederimle Hacı Bekir'de yediği profiteroller ve Demirhindi şurubu gedi. Bu tür durumlara hiç dayanamayan duygu insanı bendeniz de sevgili eşimi kolundan tuttuğum gibi Hacı Bekir'e sokuverdim. Hacı Bekir'in profiterolü Lebon'u maalesef tutmuyor hatta yakınından bile geçemiyor. Çikolata sosu yeterince yoğun değil. Ayrıca profiterol hamuru da çok sert. Burada yanlış yönlendirme yapmayayım kötü değil yenilebilir ve lezzetli ancak yeterince iyi değil. Demirhindi şurubunu ise son derece değişik buldum. Tadını hiç birşeye benzetemedim. Biraz üzüm şırasını ya da pekmez tadını anımsattı gibi oldu ama ona da karar veremedim. İçtim içtim içtim ve sonunda karar verebildiğim tek şey hoşuma gittiği ve tekrar denemem gerektiği oldu. Web'de araştırma yaparken Demirhindi şerbetinin Osmanlı'nın meşhur şerbetlerinden olduğunu okudum. Demirhindi ile ilgili bir alıntı:

"Demirhindi (Temr-i hindi): (Tamarindearinde / Tamarinier / Tamarind / Tamarin / Tamarindus indica / Pulpa tamarindorum cruda ) Hindistan ve tropikal bölgelerde yetisen, yayik dalli boyu 20-25 metreye ulasan sicak iklim agacidir Anayurdunun Habesistan oldugu tahmin edilmekte ise de bugün bütün tropikal bölgelerde yetismektedir Çiçek açtigi zaman çok güzel bir görünümü oldugundan yetistigi bölgelerde, yol kenarlarina park ve bahçelere dikilir. Çiçekleri sari veya kirmizi renkte olup, dallarin ucunda salkim seklinde bulunurlar. Meyveleri 20 cm civarinda, kahverengi, çok tohumlu olup, olgunlasinca açilmazlar. Gövde kismi tahta isleri ve oymacilikta kullanilir. Türkiye’de yetistigi yerler: Güney bölgelerde yetisir. Kullanildigi yerler: Yapraklari kaynatilarak elde edilen suyu solucan düsürmede ilâç olarak kullanilir. Meyvelerinden ise ilâç yapiminda istifâde edilir. Meyvenin bilesiminde elma asidi, sitrik asit, asetik asit, seker ve pektin bulunur. Tibbî kullanilmasinin disinda seker ve tatlicilikta ve vücuda serinlik ve rahatlik verdigi için serbet olarak kullanilir. Ayrica, susuzlugu giderici, ve müshil etkileri de bilinmektedir"

Geçelim diğer konumuza. Yeme içme faslı bitince evde ne yiyeceğiz faslı başladı. Çaktırmadan bıyık altından gülümsüyor musunuz bana mı öyle geliyor? :o) İşlerimizi bitirdik. Sahaflara bakındık. Buradaki sahaflarda geçtiğimiz aylara ait okunmuş dergileri 1-2 YTL gibi komik fiyatlara alabiliyorsunuz. Ev ve dekorasyon ile ilgili dergiler, National Geographic benim ilgi alanıma girenlerden. Daha sonra Balık Pazarı'na doğru yola koyulduk. Balık Pazarı pek sevdiğim bir bölge olmakla beraber burada alışveriş yaparken her anlamda dikkatli olmanızda fayda var. Favori balıkçım Dicle Balık markete girdik. Mehmet balık yemeye pek düşkün değildir ama ben her gün deniz ürünleriyle beslenebilirim. Kerem bıdık da yer düşüncesiyle mevsim balığı palamutlardan bir kaç adet temizletip aldım. Bu aralar Kerem de az da olsa yediği için palamutları domates ve acı olmayan yeşil biberle çok kısık ateşte kendi sularıyla ve yağsız buğuluyorum. Her ne kadar ızgara balığın yerini tutmasa da çok lezzetli oluyor. Kızartmayı ise evde hemen hemen hiç yapmıyorum. Unutmadan hani o palamutların kafasındaki kırmızı yelpaze şeklinde çıkıntılar var ya, merak edenleriniz için onlar balığın solungaçlarıymış. Balıkçı kasadan alıp tezgaha dizerken ustaca bir el hareketiyle parmağıyla balığa bir delik açıp solungaçları dışarı çıkarıyor ki palamutlar tezgahta prezentabl görünsün. Balıklarımızı da aldıktan sonra balık, salata eh yanında pide de olsun dedik. Hürriyet'te en iyi fırınlar listesinde (bu listeye pek itibar etmediğimi belirtmek isterim) ismi çıkan Kadıköy Komşu Fırın'ın pidesini ve tam buğday ekmeğini denemek için aldık. Akşam yemeğinde denediğimiz pide kayış gibi sertti. Canım bebişim ekmek bağımlısı oğlum bile pideyi kemirmeye çalışıp ağzında yuvarlayıp durdu ve yutmayı başarmayınca da en sonunda tükürdü. Komşu Fırın'ın pidesi gerçekten kötü. Hem sert hem de lezzetsiz. Bu sabah kahvaltıda da tam buğday ekmeğini denedik ve o da vasat. Ben anlamadım bu Komşu Fırın'ın hangi ekmeği güzel. Bilen varsa yazsın da ben de öğreneyim. Evde ekmek makinemde yaptığım ekmekler inanın tek geçer.

17 Eylül 2008

İSTANBUL'DA BİR SÜRREALİST: SALVADOR DALİ


Dışarıda inanılmaz güzel bir şekilde yağmur yağıyor. Çok yoğun ve gürültülü. Kendimi balkona attım, toprak kokusunun keyfini çıkardım. Nihayet Sonbahar hissedilmeye başlandı. Şimdi fırsat buldukça tiyatro, sinema, müze ve konser zamanı, elbette Kerem bebek müsade ettikçe... Ve bu ay içinde, Eylül 2008'de Salvador Dali tüm ihtişamıyla İstanbul'a bizi kucaklamaya geliyor. 20.09.2008-20.01.2009 tarihleri arasında Akbank'ın sponsorluğundaki sergi Sabancı Müzesi'nde görülebilir. Salvador Dali'nin kapsamlı bir retrospektifi niteliğini taşıyacak sergide; yağlıboya tablolar, çizimler ve grafiklerden oluşan 270 eserin yanı sıra, el yazmaları, fotoğraflar ve çeşitli dokümanlar yer alacakmış. Vereceğim linkten Dali'nin özlü sözlerini :o) okumanızı tavsiye ederim. Beni hem güldürdü hem de düşündürdü: http://www.daliistanbulda.com/main.html Sakıp Sabancı Müzesi web sitesinden alıntı yaptığım biyografisini aşağıda okuyabilirsiniz. Ve size son bir güzellik daha yapıp "Burning Giraffe" ile baş başa bırakıyorum.


"
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí y Domènech, kısaca Salvador Dalí (11 Mayıs 1904 – 23 Ocak 1989), sürrealizm akımının en önde gelen temsilcilerinden İspanyol ressam ve özgün baskı sanatçısı.Madrid Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gördüğü sıralarda metafizik resmin öncülerinden de Chirico ve Carra’nın etkisi altında kaldı. Ön-Raffaellocuların ayrıntılı gerçekçiliğine ve Ernest Meissonier gibi 19. yüzyıl ressamlarının yapıtlarına da derin bir ilgi duydu.1927’de Madrid’de İber Sanatçılar Derneği’nin sergilerine katılmaya başladı, ayrıca Barselona’da Dalmau Galerisi’nde sergiler açtı. Şair Federico García Lorca ve sinema yönetmeni Luis Bunuel ile bu sıralarda arkadaş oldu. 1928’de iki kez Paris’e gitti, Picasso ve Míro ile tanıştı. Ertesi yıl Goemans Galerisi’nde yapıtlarını sergiledi ve sürrealizm akımına katıldı. Aynı yıl şair Paul Eluard’ın eski karısı Gala ile evlendi. Dalí’nin yaşamında her zaman önemli bir yeri olan Gala onun sürrealizmle bütünleşebilmesinde de önemli bir rol oynadı. Dalí, Bunuel ile 1928’de Un chien andalou (Bir Endülüs Köpeği), 1930’da da L’Âge d’or’u (Altın Çağ) çevirdi. 1934’te Lautréamont’un Les chants de Maldoror (1869; Maldoror’un Şarkıları) adlı kitabını resimledi. 1937’de İtalya’ya bir gezi yaptı. II. Dünya Savaşı nedeniyle 1940’ta birçok Avrupalı sanatçı gibi ABD’ye gitti, 1941’de New York kentindeki Modern Sanat Müzesi’nde bir retrospektif sergi açtı. Aynı yıl La vie secrète de Salvador Dalí (Salvador Dalí’nin Gizli Yaşamı) adlı otobiyografisini kaleme aldı. Bu kitapta, çocukluğunda şiddetli isteri krizleri geçirdiğini belirtiyordu. Okulda öğrencileri ayaklandırmaya kışkırttığından cezalandırılmış, 1926’da da okuldan uzaklaştırılmıştı. Dalí yaşamı boyunca olağandışı tavırları ve gösterişçi yanıyla da ününü sürdürdü.Dalí’ye göre insan, klinik paranoya olayında olduğu gibi, gerçek bir düş dünyası yaratmalı, ama bunu yaparken de usun denetim altında tutulup iradenin bilinçli olarak bir süre askıya alındığını da unutmamalıydı. Bu yöntemin sanatsal yaratının yanı sıra, günlük yaşamda da benimsenmesini savunan Dalí, hem yapıtlarına hem de yaşamına bu doğrultuda yön verdi. 1936’da Londra’daki Uluslararası Gerçeküstücülük Sergisi’nin açılışına dalgıç giysileri içinde ve tasmalarındna tuttuğu iki tazıyla gelmesi bu tür davranışlarının bir örneğiydi.Dalí, Sigmund Freud’un bilinçaltı imgelerin erotik çağrışımları üzerine yazdıklarından ve Paris sürrealistlerinin bilinçaltını ortaya çıkarma eğilimlerinden büyük ölçüde etkilenmişti. Sürrealizmde düşüncenin herhangi bir mantık çizgisi izlemeden akmasını temel alan otomatizm kavramını benimsediyse de, bunu öbür sürrealistlerden daha iyimser bir bakış açısıyla işledi ve bu eğilime “eleştirel paranoya” adını verdi. Yapıtlarında yarattığı düşsel (büyülü) gerçekçilik, betimlediği gerçekdışı düşsel mekan ve garip düşsel imgelem ile bir karşıtlık oluşturuyordu. Bu yapıtlarda düşle gerçeği ayırmak neredeyse olanaksızdı. Dalí’nin amacı günlük uğraşıları alaycı bir tavırla düşsel hale getirmekti.Çoğu kez karanlık bir Katalan manzarası içine yerleştirilmiş, vücudundan yarı açık çekmeceler çıkan insan figürleriyle (“Yanan Zürafa”, 1936-37, Sanat Müzesi, Basel) sanki balmumundan yapılmış ve güneş ısısıyla eğrilip bükülmüş saatler (“Belleğin Israrı, 1931, Modern Sanat Müzesi, New York) en sık kullandığı temalardı. “Veristik sürrealizm” olarak da anılan bu eğilim içinde Dalí birbiriyle ilişkisiz düşsel imgeleri gerçekçi bir yaklaşımla ve otomatizm yöntemini kullanarak bir araya getirmişti. “Aydınlatılmış Hazlar” (1929, Modern Sanat Müzesi, New York), “Delfli Vermeer’in Bir Masa Olarak Kullanılabilen Hayaleti” (1934, Salvador Dalí Müzesi, Cleveland, Ohio) ve “İç Savaş Sezgisi” (1936, Sanat Müzesi, Philadelphia) onun bu doğrultudaki önemli yapıtlarıdır.Dalí 1937’deki İtalya gezisinde Raffaello ile İtalyan barok ressamların etkisi altına girdi ve kendine özgü bir çağdaş klasikçilik arayışına yöneldi. 1939’da André Breton tarafından sürrealistler grubundan çıkartılan Dalí, II. Dünya Savaşı sonrasında mistik bir anlayışa yönelmekle birlikte, sürrealist öğelerden bütünüyle uzaklaşmadı. “Son Yemek” (1955, Ulusal Sanat Galerisi, Washington, D.C.), “Diriliş” (1961, Bruno Pagliali Koleksiyonu, Mexico) ve “Dalí’ye Bakan Gala” 81965, André François Petit Galerisi, Paris) geç dönem yapıtlarına örnektir.Kaynak: AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık A.Ş., İstanbul 1994, Cilt 13, sf: 256-257."

15 Eylül 2008

VIAPORT

Geçtiğimiz haftalarda Kerem bebek, anneannemiz ve bendeniz, görev insanları olarak sizler için Viaport'u gezdik. Bildiğiniz veya duyduğunuz üzere Türkiye'nin outleti (nasıl bir slogandır bu böyle?) Viaport Kurtköy'de açıldı. Giderken yolu bilmediğim, internetten de kroki ve yol tarifi bulamadığım için Viaport içinde yer aldığını bildiğim Tesco Kipa'nın telefonuna web sitesinden ulaştım ve güvenlik görevlisinden yolu tarif etmesini rica ettim. Tahmin edeceğiniz üzere net bir yol tarifi almak mümkün olmadı. Kurtköy gişelerinden çıktıktan sonra sağa çekip yoldan geçen plasiyer sürücüye yol tarifi sordum ve o da sağolsun bizi Viaport'a kadar götürdü. Ne yazık ki Viaport'un girişine geldiğimizi geç algılamam nedeniyle ve iyi kalpli plasiyer sürücünün de ortadan toz olmasıyla bir teşekkür düüüüütü çalamadım ve içimde kaldı. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. O olmasaydı yan yollardan outleti bulmam imkansızdı inanın. Arabayı park ettikten sonra pusetteki Kerem, ben ve anneanne girişi bulmaya çalışırken, gördüğüm uçsuz bucaksız merdivenle (evet abartıyorum çünkü o an öyle hissettim) dumura uğradım. Viaport kapalı bir alışveriş merkezi değil. Mağazalara ulaşmak için gayet yüksek ve uzun bir merdiven var. Yürüyen merdiven mevcut ancak pusetle çıkmayı gözüm yemedi. Kerem'i kucağıma alıp puseti anneme taşıttırmayı da gözüm yemedi. Ayrıca hava aşırı derecede sıcak olmasına rağmen çok şiddetli ve uçurucu bir rüzgar vardı ki kışın Viaport'a gitmeyi düşünemiyorum. Kanyon'da da rüzgar sorunu yaşanmıştı bilirsiniz ve bu sorunu cam paravanlar koyarak nispeten çözmüşlerdi ancak buradaki sorun nasıl çözülür ya da her zaman böyle midir bilmem. Asansör olmadığı için (güvenlik görevlisi asansör yapılacak dedi, inşaat halinde böyle bir kompleksi açmak ne kadar doğru onu da bilemiyorum) ve puseti o merdivenlerden annemle beraber çıkardığımız için sinir katsayım tavan yaptı. Ama bana müstahaktır ne işim varsa bebekle outlette benim. Bu arada Kerem'le Uzungöl'e ve Sümela'ya gitmeyi daha doğrusu Doğu Karadeniz turu yapmayı da düşünüyorum ama Mehmet'i ikna etmem gerek. Şimdi gelelim Viaport'ta ne var ne yok. Market olarak Tesco Kipa var. İlk defa bir Kipa'dan alışveriş yaptım ancak basında çıkan Tesco-Kipa yolsuzluğu haberlerinden dolayı bir daha Kipa'dan alışveriş yapmayı düşünmüyorum. Diğer mağazalara gelince normal bir alışveriş merkezinde rahatlıkla bulabileceğiniz mağazaların bir bölümü burada açılmış. Outlet falan dendiğine bakmayın öyle ucuz bir şey yok. Ucuz olanlara da dönüp bakmazsınız bile. Bunun dışında Viaport'ta içinde midillilerin olacağı bir at çiftliği olacakmış. Ayrıca go-kart, motokros pistleri de olacakmış. İki sene önce Almanya'da ilk defa go-kart yapmış, her ne kadar sondan üçüncü olsam da bayılmıştım ama daha yakında da go-kart pistleri olduğu için Viaport'taki pistin ekstra bir özelliği olmayacaksa gitmeye gerek yok diye düşünüyorum. Son olarak Viaport bana sevimsiz geldi, sevemedim. Zaten hedef kitle içinde yer aldığımı da sanmıyorum. O günün en güzel olayı ise Tesco-Kipa'dan satın aldığım kakuleli dibek kahvesiydi. Türk kahvesi düşkünü değilim ama İlyas Gönen'in kakuleli dibek kahvesi gerçekten içilesi bir lezzet. İzmir'e gidersem Kemeraltı'na uğrayıp kesinlikle içeceğim. Kakule için: http://www.food-info.net/tr/products/spices/cardamom.htm

14 Eylül 2008

KAHVE YAPMANIN KOLAY VE LEZZETLİ YOLU; FRENCH PRESS




İlk French Press'imi doğru anımsıyorsam 2004 yılında Paşabahçe'den satın almıştım. Muhtelemen Çin malı uyduruk bir aletti ama iş görürdü. Evde espresso makinesine terfi edene kadar da bu aleti Mehmet'le bolca kullandık. Mehmet bir süredir ofiste kullanabileceği bir French Press istiyordu. Ben de Malikanemizin Tedarik ve Lojistik Müdiresi olarak konuya el atıverdim. Aklına hemen Bodum ve Chambord serisi geliyorsa fena halde yanılıyorsun sevgili Okur! İsme değil fonksiyona ve kaliteye para öderim mentalitesindeki bir bankacıya elbette Bodum alacak halim yoktu. Sevgili eşim için yukarıdaki fotoğrafta göreceğiniz üzere Tchibo'nun French Press'ini ve denemesi için de iki farklı aromada Tchibo kahvesi satın aldım. Dilediğiniz kahveyi minimum 50 gramlık paketler halinde satın alabilmeniz ve bendeniz gibi evde (ya da iş yerinizde) kahve öğütücüsü kullanacak kadar olaya "embedded " olmamış bir kişilikseniz kahvenin sizin için French Press ayarında yani kalınca öğütülebilmesi Tchibo'nun size sunduğu güzellikler. Zira marketten alacağınız bir paket vakumlanmış Jacobs filtre kahvede böyle bir şansınız yok. Kahve yaparken bir fincan için ortalama 6-8 gram kahve kullanılması gerektiği tavsiye olunur ama benim damak tadım ortalama 10 gramda karar kılmıştır. Bir de eğer French Press kullanıyorsanız özellikle soğuk kış günlerinde cam hazneyi önce sıcak suyla çalkalamanızda fayda vardır. Böylece hem cam haznenin varsa (muhtemelen borosilikat camdır ve olmamalıdır diye düşünüyorum, okuyan teknik okur varsa ve bizi aydınlatrsa sevinirim) çatlama ihtimalini düşürürsünüz hem de hazırladığınız kahvenin çabucak soğumasını engellemiş olursunuz. Tchibo'dan aldığım kahvelerden biraz bahsedeyim;
  • Guatemala Grande: Eşsiz kahve çekirdekleri, Guatemala’nın verimli volkanik topraklarında ve dengeli ikliminde yetiştirilmiş ve özenle toplanmıştır. En belirgin özellikler: Yumuşak içimli ve kuvvetli. Çekirdek türü: %100 Arabica
  • Schattenwald Kaffee: (Doğanın Özü) Honduras, Kolombiya, El Salvador ve Brezilya’nın sonsuz ve doğal dağlık ormanlarındaki büyük ağaçların yapraklarının koruması altında özel olarak yetişen Schattenwald Kaffee, çok yönlü tada sahip olup, hafif kahve seven herkes için uygun bir seçimdir.
    Rainforest Alliance sertifikası, bu kahvenin sıkı standartlar doğrultusunda yetiştirildiğini ve işlendiğini, tarım ve ormacılık alanlarının yine bu standartlara göre korunduğunu garanti etmektedir. En belirgin özellikler: Doğal, yumuşak, hafif. Çekirdek türü: %100 Arabica
Ve son olarak Tchibo kahve rehberinden kahve ile ilgili;
  1. Yoğunluk: Kahve yudumlandıktan sonra, tadın ağızda kaldığı süre. Yoğun kahvenin tadı, daha uzun süre hissedilir.
  2. Aroma: Kahve yudumlandıktan sonra içerdiği tat, koku ve baharların genizde bıraktığı izlenim.
  3. Yumuşaklık: Kahve tadının içerdiği farklılıkların, birbirleriyle olan bütünlüğü. Yumuşak tanımlı kahveler daha az farklı tat içerir.

13 Eylül 2008

BEBEKLER İÇİN KİTAP


Kerem yaklaşık iki haftadır kitap düşkünü bir bebek olup çıktı. Zaman zaman yemeye çalışıp zaman zaman ters tutsa da evde, pusetinde ve arabada kitabını alıyor, iki eliyle kavrıyor büyük insan edasıyla sayfalarını çevire çevire bakınıp duruyor. Oyuncaklarından bir kaç dakika içinde sıkılan Kerem bebek kitaplarıyla 10-15 dakika oyalanabiliyor. Hem sevindiğim hem de bazen gerçekten kabak tadı veren bir kitabı abartısız 9-10 kez üst üste anlattırma huyu var ki Mehmet'le sabır sınırlarımız zorlanıyor. İkinci veya üçüncü okumadan sonra; Ben: "Neymiş oğluşum neymiş bebişim bu tavşolar(tavşanlar) pış pış yapıyomuş oğlum. Pış pış pış..." Mehmet: "Bu tavşanlar var ya bu tavşanlar oğlum..." Devamı gelmiyor tabi ama ben ses tonundan ve vurgudan hissedebiliyorum. :o) Bugün Cadde'de yürüyüş yaparken Caddebostan'daki İş Bankası yayınlarından oğluma Lara Jones'un Pisi Kedi'nin Yaramazlıkları kitabını aldık. Kitabın içinde dokunabileceği yumuşak aç-kapa kanatçıkları var. Arka kapağından alıntı: "Bu tür kitaplar bebeklerin görme, işitme ve dokunma duyularını kullanarak kelimeleri, eylemleri ve duyguları öğrenmelerine ve zeka gelişimlerine yardımcı oluyor." İş Bankası'nın bebek ve çocuk kitapları konusunda çok güzel yayınları var. Debi Gliori'nin bir kaç kitabını da aldık ve onları da keyifle okuyoruz. Elbette bu arada olmayan taklit yeteneğimi de kitaplardaki karakterleri Kerem'e anlatırken geliştirmeye çalışıyorum. Bahsetmek istediğim diğer bebek kitapları Net yayınlarının küçük kitaplar dizisi ki Kerem bunlarla yatıp bunlarla kalkıyor. Toplam 8 adet kitaptan oluşan serinin Hayvanlar, Renkler ve Şekiller kitaplarını aldık. Bu seri 1-3 yaş arası bebeklere hitap ediyor. Her sayfada basit ve sevimli figürler verilmiş ve oldukça renkli. Bir de dikkat ettim bebek kitaplarının çoğu Çin'de basılıyor. Bu seri Türkiye'de üretiliyor ve Türk markası, baskı çok kaliteli. Bebeği olanlara tavsiye etmek isterim. Üstteki fotoyu da sizler için çektim ama pek başarılı çıkmamış.

9 Eylül 2008

İZLİYORUM: THE BIG BANG THEORY

Leonard, Sheldon, Howard, Penny, Raj karakterlerinden oluşan Amerikan durum komedisi, sitcom'u(situation comedy). Leonard ve Sheldon iki dahi genç. Aynı zamanda ev arkadaşı. Penny ise aptal sarışın rolündeki kapı komşuları garson kız. Dizi iki ev arkadaşıyla güzel garson kızın günlük yaşamlarını anlatıyor. Bir de Caltech'te fizikçi olan Howard ve Hintli fizikçi Raj var. Onlar da evlere şenlik tipler. Benim favori karakterim Sheldon. Çok gülüyorum bu diziye. Kaçırmayın derim. Her Salı 20:30 CNBC-e. Detaylar için: http://www.ntvmsnbc.com/news/458815.asp

6 Eylül 2008

PAPA JOHN'S PİZZA


Hazır pizza ya da Amerikan pizzası çok tercih ettiğim bir yiyecek değil ancak metropol insanı için hızlı, doyurucu ve pratik bir çözüm. Benim hazır pizzadaki favorim nefis kenarlarıyla Little Caesars'dır. Geçtiğimiz haftalarda kayınvalideme giderken Selamiçeşme'de ani bir fren yapıp Papa John's'un önünde duruverdik. Henüz sistemi tam oturtamamışlar. Mağaza sorumlusu belki de sahibi bilemiyorum ince hamur, kalın hamur tercihi yapabilmek için biraz daha zamana ihtiyaçları olduğunu belirtti. Ayrıca henüz evlere de servis yapılamıyormuş. Çabuk bir şekilde menüyü inceledim ve büyük boy Küçük İtalya'da karar kıldım. 15 dk-20 dk kadar bekledikten sonra paketimi aldım ve yola koyulduk. En son bir tarihlerde Dominos'dan şu anda nevini hatırlayamadığım bir pizza sipariş vermiş ve aşırı kalın hamuru, az malzemesi nedeniyle berbat olduğuna karar verip bir daha tövbe demiştik. Papa John's hiç fena değil hatta oldukça lezzetli diyebilirim. Malzeme çok bol kullanılmış. Büyük pizza 3 kişiye fazla geliyor. Bir yerlerde üstü için kullanılan malzemelerin taze olduğunu okumuştum ne kadar doğrudur bilemiyorum ama şunu söyleyebilirim ki Papa John's lezzet olarak şu anda piyasadan farklı. Deneyin ve fikirlerinizi paylaşın. Bana göre hazır pizzacılarla ilgili en büyük problem zincir işletmeler oldukları halde yani standart ürünler sattıkları halde ürünlerdeki standardizasyonun bir türlü sağlanamaması. Bundan şunu kastediyorum: Ataşehir şubesinden sipariş verdiğiniz pizza ile Göztepe şubesinden verdiğiniz sipariş farklı kalite ve lezzette. Ayrıca aynı şubeden farklı tarihlerde sipariş verdiğiniz pizzalar da farklı kalite ve lezzette. Ve son olarak promosyon durumları ayrı bir yazı konusu. Promosyon yapacağız diye hem asıl pizzada hem de promosyon olanda malzemeden kısılması durumunu gerçekten ucuz buluyorum. Aslında malzemeden çalınması daha bir Türkçe değil mi sevgili okur? Promosyon falan yapmayın kardeşim adam gibi pizza yapın. Nokta. http://www.papajohns.com/index.htm

PARMAK ARASI TERLİK SENDROMU

Sana da flip flop alalım olur mu aşkım repliğiyle başlayan ve yıllardır süren Mehmet'e parmak arası terlik(sadece plajda) giydirme çalışmalarım son bir darbe daha aldı. Geçen hafta içinde Boyner'deki Havaianas terlikleri indirime girmiş görünce parmak arası terlik alerjisi olan ama diğer terliklerle plaj magandası gibi oluyorum değil mi Joujoucum diyen sevgili eşim bu sefer de muvaffak olamadı. Evde yeşil gri desenli Havaianas terliklerle bir aşağı bir yukarı gezen sevgili Mehmet; "Yapamayacağım Joujoum bu ızdıraba daha fazla katlanamayacağım. Parmaklarım acıyor. Çok sert bunlar" diye acındırma çalışmalarına başlayınca içim kaldırmadı ve terlikleri bugün iade ettik. Bu arada oğlum şimdiden bebek ikoncanı olmaya aday. Seneye Kerem bebek plajda flip floplarla dolaşırsa hiç şaşırmayın. Ne diyordum neyse iade işleminden sonra spor kıyafetler reyonuna da bakalım Joujoum belki ordakilerin arası bez ya da deridir belki de incedir hissetmem diyen Mehmet'le reyondaki bilumum markaları denedik ama sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır. Ve Mehmet; Joujoucum altı lastik üstü lastik arasında bir bez parçası buna 42 YTL vermeye değer mi zaten giyemiycem büyük ihtimalle. Bunun maliyeti ne? Yok yok ben vazgeçtim bu işten. Gaffur terliğine bile razıyım!!!

4 Eylül 2008

LÜTFEN! NEGATİF ENERJİNİZİ BİR ZAHMET ÇEKİN ÜZERİMDEN!!!

Bir süredir üzerimde daha doğrusu ailece üzerimizde hissettiğimiz bir negatif enerji durumu var ki gerçekten çok yoruldum ve bunaldım. Fazla geriye gitmiyorum. Son zamanda yaşadıklarımızı anlatayım size. Önce evimi benden kaynaklanmayan nedenlerle su bastı. Kerem halen odasında uyuyamıyor ve odasının keyfini çıkaramıyor. Bu durum beni çok üzüyor. Yatak odalarından birindeki gömme dolabın rafı çöktü. Basit görünmekle beraber evde tamir edilebilecek bir şey değil yani usta çağırmak lazım geldi. Su basması nedeniyle oluşan zarar için de usta gerekiyor ve halen onarım yapılabilmiş değil çünkü her yerin yeterince kurumasını beklemek zorunda kaldık. Bu arada bizim yatağımız ki kendisini güzide bir mobilya firmasından almıştık, çöktü. Servis çağırmak durumunda kaldık. Sonra banyodaki sık kullandığımız aplik bozuldu ve halen tamir edilmeyi bekliyor. Ayrıca banyo tavanındaki balastların anlamsız bir şekilde aşırı gürültü yapması nedeniyle çağırdığımız elektrikçi sorunu halledemedi. Bu arada herşey birbiri ardına oluyor. Bunlar yeterince şiddetli gelmedi mi? Sıkı durun o zaman. Uzun süredir küçük bir tamirat gerektiren duşakabinin cam bölmesi için gelen servis bugün duşakabinin cam kanatlarından birini patlattı. O heyula gibi, uzun ve dev cam (elbette temperli) tuzla buz oldu. Çıkan sesi hiç sormayın. Kerem'in aklı çıktı. Servis elemanında küçük kesikler oluştu, banyo battı. Oysa sadece minik bir tamirat için gelmişlerdi. Daha buzdolabı için servis gelecek. Eminim yazmayı unuttuklarım da vardır. Herşey beni mi buluyor? Nazar mıdır, negatif enerji midir, ya da adı her neyse kışşşşşşşttttttttt kıştttttttttttttt kıştttttttttttttttttttt!!!!
Dip not: Siteye nazar boncuğu taktım, yarın da eve eşek gözü kadar bir nazar boncuğu alacağım.

2 Eylül 2008

MÜRDÜM ERİKLİ, ESMER ŞEKERLİ KEK




Offf offf oğlumu sebze, et, meyve yemeye teşvik ettikçe ekmek, pasta, makarna ve pilav görünce çığlık çığlığa saldırıyor. Hayır nasıl anlıyor, nasıl tanıyor inanın çözemedim. Meyve veriyorum tükürüyor ve parmağıyla ıhhhh şeklinde ses çıkararak ekmek veya kek ortalıkta unlu ve nişastalı gıda adına ne varsa onu işaret ediyor ve alana kadar da ağlıyor. Durumdan hiç memnun değilim ama aç geçirdiğimiz bir günün sonunda ona en azından şekeri esmer olsun ve içinde meyve olsun düşüncesiyle yukarıdaki keki yaptım. Bizimki keki görürü görmez ııhhh ıhhlamaya başladı ve verdiğim parçayı bir eliyle beraber ağzına tıkıp öbür eliyle de ittirerek (bu arada keki tutan elini de ağzına tıkıyor) kaşla göz arasında yedi ve yeni bir parça için ıhhlamaya başladı. Çok üzülüyorum çok. Ben gidip Günaydın'dan ona özel bebek kıyması alıp köfteler yapıyorum Kerem bebekse tükürüp duruyor.:o(


  • Malzemeler:
3 yumurta
1 su bardağı sıvı yağ
3 bardak un
1,5 su bardağı esmer şeker
1 su bardağı süt
Yarım çay kaşığı saf vanilya
10 adet mürdüm eriği
Tarçın
  • Yapılışı:
Önce yumurta ve şekeri çırptım. Sırayla yağ, süt ve vanilya karıştırılmış unu ekledim. Kek unu kullandığım için kabartma tozu ilave etmedim. Normal un kullanıyorsanız bir paket kabartma tozu ilave etmelisiniz. Bir çay kaşığı da tarçın ekledim. Kek karışımını kek kalıbıma döktüm ve çekirdeklerini çıkardığım mürdüm eriklerini önce ikiye sonra tekrar ikiye bölerek çok sık bir şekilde kekin üzerine dizdim. Pişerken hem küçülüyorlar hem de kek kabardıkça içinde kaybolup dağılıyorlar. Yumuşacık tam bebek ve çocuklara göre bir kek oldu. Afiyet olsun.

BOLÇİ'Yİ SONUNDA DENEDİK

Bolu çikolatası Bolçi uzun süredir denenecekler listemizdeydi ama bir türlü kısmet olmamıştı. Amasra'ya giderken ve dönerken Kerem için hemen hemen tüm park alanlarında mola verdik. Ben de fırsat bu fırsat dedim ve bir kutu fındıklı, bir kutu da fıstıklı Bolçi aldım. Bolçi'nin içi krokanlı. Fıstıklı olanı fındıklı olana göre daha başarılı buldum ancak bana çikolatadan çok bir çeşit çikolatalı tatlı veya çikolatalı krokan gibi geldi. Web sitelerine baktım ve İstanbul'da da Bolçi bulabileceğinizi gördüm. Deneyiniz!!!(http://www.bolci.com.tr/)