28 Ekim 2008

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!




Cumhuriyet Bayramı benim en sevdiğim bayram. Bu sabah kalkar kalkmaz, her sene yaptığımız gibi bayrağımızı balkonumuza astık. Yarın da Bağdat Caddesi'ndeki geleneksel Cumhuriyet Yürüyüşü'ne ve Fener Alayı'na katılacağız tek bir farkla, Kerem bebekle beraber. Göztepe Parkı'nda hep beraber İstiklal Marşı okuyacağız. Ayrıca bu sene MFÖ konser verecek. Ve biz Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi'nin askeri, fikri ve siyasi önderliğini yapmış, modern Türkiye'yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiş,şu anda bu ülkede onurlu ve özgürce yaşayabilmeyi borçlu olduğumuz, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ümüzü derin ve sonsuz bir sevgi ve saygıyla anacağız. Ve ben çocuklar gibi şenim.

Dip Not: Justify özelliğini kullanamıyorum. Zengin metin özelliklerinin hiç birini kullanamıyorum ve nasıl düzelecek bu durum bilmiyorum.

27 Ekim 2008

SUÇUM NE HAKİM BEY?

Sinirliyim hem de çok. Cuma gecesi sitemi tıklayıp karşımda "Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.
T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir. Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace." ibaresini görmemle hissettiklerimi ifade etmek istiyorum size. 2006 yılında amatörce, heyecanla ve çok severek oluşturmaya başladığım blogumda yemek tariflerimi, bazen iyi bazen de kötü halet-i ruhiyemi, kısaca hayatımdan bir kesiti ifade etmeye çalıştığım, günlerce saatlerce emek verdiğim, keyifli vakit geçirip okuyucuların da aynı şekilde keyif almasını dilediğim sevgili blogum resmen yerinde yoktu yokolmuştu. Kızgınlığımın yanında üzgünüm de. Bir başkasının işlediği suç neden bana da mal ediliyor? Suçum ne benim? Yemek tariflerimi yayınlamak mı? Yoksa keyif alarak okuduğum bir kitaptan bahsetmek veya gittiğim bir film hakkında hissetiklerimi anlatmak mı? Yasak!!! Blogger yasak. Yazmayın. Okumayın. Öğrenmeyin. Düşünmeyin. Araştırmayın. Hangi yüzyıldayız? Bilişim suçlusu muyum ben? Bu konuda yazmak istediğim çok şey var ancak o kadar üzgünüm ki kafamı toparlayıp kelimeleri anlamlı şekilde bir araya getiremiyorum. İmge'nin blogunda bahsettiği dilekçeyi aşağıda yayınlıyorum ve bazı gazetelerin köşe yazarlarına ve gerekli gördüğüm yerlere e-mail ile gönderiyorum. Bunun dışında siteme sansüresansür.org'un bannerini ekliyorum.

"Sayin İlgili

Bir çok kişinin özel ve zararsız, hatta çoğu zaman yararlı bilgi paylaşımı ortamı olarak kullandığı, dünyanın dört bir tarafından ulaşılması dolayısıyla ülkemizin tanıtılmasına katkı sağlayan, "blogger.com" alan adı altında var olan tüm blog sitelerine erişimin yasaklanmış olduğunu üzülerek öğrendik.
Bu alanda blogları bulunan ve bunlara günlerce, aylarca, hatta yıllarca emek vererek öğrendiklerini kaydeden ve paylaşan insanlara söz konusu yasak kararı ile yapılan bu haksızlığın durdurulmasını istiyorum.

Bildiğiniz gibi mahkemelerimiz bir çok nedenle İnternetde çeşitli weblere erişimi yasaklıyorlar. Mahkemelerin çoğu kez tedbir kararı olarak aldığı bu karar uygulamada çok büyük adaletsizliklere yol açmaktadır. Alınan karar çoğu kez tek bir nesne (bir video, bir mesaj, bir yazı) nedeniyle alınmış olmasına rağmen, uygulamada o nesneyi içeren en büyük bağımsız birimi yasaklanıyor. Bu en basit anlatımıyla, bir kitap yüzünden koca bir kütüphaneyi tümden kapatmaktır. İşin acı tarafı bu yasaklama sadece Türkiye'deki vatandaşlarımıza uygulanıyor. Yasaklamalar, suçsuz yurttaşlarımızın öğrenme ve iletişim haklarına zarar verebilmektedir. Bu adaletsizliği önlemekte Kurumunuza da düşen bir görevi olduğunu düşünüyorum. Yasaklamak istenilen tek bir nesnenin kolayca tek başına yasaklanabileceğini dünyada bilinen bir teknolojidir. Bunu devlet adına Telekomünikasyon Kurumunun kolayca yapabilecek teknik beceri ve mali kaynaklara sahiptir..
Bu çağdışı yasağın kaldırılması için gereğinin yapılmasını rica ederim.

Saygılarımla"

22 Ekim 2008

DİVAN'DA 7 YTL, IN BAKERY'DE 4 YTL

Başlığa bakıp bu kadın da ne kadar hesap kitap yapıyor demeyin çünkü bırakın tutumlu olmayı pek hesap kitap yapan biri değilim. Tamamen görev aşkı ve bilinciyle sizlere layık olmak adına gözlemlediğim basit bir konudan bahsetmek istiyorum. Hiper, makro ya da süper olan marketlerin unlu gıdalar bölümlerinde satılan ürünler genelde pek lezzetli veya kaliteli olmaz bu gerçeği hepimiz biliriz ancak son yıllarda öne çıkan bir marka var. Divan'ın evet bildiğiniz, Koç Topluluğu'na ait Divan'ın marketlerde faaliyet gösteren markası "In Bakery". Ben markayı Ataşehir Migros'un açılmasıyla annemler sayesinde keşfetmiştim ve sadece Migros'lar bünyesinde faaliyet gösterdiğini sanıyordum ki Palladium AVM içerisinde yer alan CarrefourSa Express'te de In Bakery olduğunu görünce satış elemanıyla biraz sohbet ettim. Bu arada Erenköy Divan'dan satın aldığım piramit şeklindeki mozaik pastaların "tıpkısının aynısını" orada da görünce sohbet ettiğim hanım kızımız ürünlerin Divan'da satılan ürünlerle aynı olduğunu sadece market içerisinde satıldığı için fiyat farkı olduğunu belirtti. Elbette Divan'daki tüm ürünleri In Bakery'lerde bulmak mümkün değildir ancak fiyat neredeyse yarı yarıya. Ülkemizin şu anda içinde bulunduğu her çeşit krizi göz önüne alarak bu kısa bilgiyi de siz değerli okurlarımla paylaşmayı görev bildim.
Dip Not: Mesele 3 YTL değil ama artık Erenköy Divan'dan piramit pasta almayacağım çünkü bugün kendimi cidden salak hissettim. Bir de Carrefour Express de bu işten kar ettiğine göre piramit pastadaki kar marjına bakar mısınız sevgili okur? :o))

21 Ekim 2008

AMASRA





Uzun süredir yazmak istediğim ancak bir türlü fırsat bulamadığım Amasra yazıma bu küçük ve şirin sahil kasabasının tarihiyle başlayalım. Amasra milattan önce Fenike ve İon kolonisi olmuş daha sonra Pers Kralı 3.Dareios'un yeğeni ve Makedonya kralı İskender'in baldızı olan kraliçe Amastris tarafından yönetilmiş, Roma döneminde Paflagonya Eyaletinin, sonraları bu eyaletin Bitinya-Pontus bölümünün merkezi, Bizans döneminde Ceneviz kolonisi, tarih boyunca hem askeri bakımdan önemli bir üs hem de esir ticareti yapılan, kereste, şimşir, ton balığı ve kürk ihraç eden ticari bir liman kenti olmuş. Sesamos adıyla anılan Amasra Kraliçe Amastris tarafından yönetilmeye başlandıktan sonra Amastris adını almış ki kasabada halen bu isimlerle işletilen iki otel mevcuttur. Tarihi eser bakımından zengin olmamakla beraber Bizans döneminden kalma Amasra Kalesi (pek sevdiğim mekandır, her gidişimde kale içinde çay içerim ve mutlaka yürüyüş yaparım), Kilise (küçük bir şapel ve şu anda kapalı), Kemere Köprüsü (yakınında Sur Kemere Çay Bahçesi vardır ama işletmecisi olan yaşlı amca maliyetten kurtarmak için çayları içilebilen ancak klor kokan şebeke suyuyla yapmaktadır buna rağmen bahçesi pek hoştur. En azından soğuk içecek içmek için gidebileceğiniz bir mekandır), Direkli Kaya (Küçük Liman'da bulunur ve buradan da denize girebilirsiniz) ve son olarak Amasra'ya giderken yeni yapılan yolu değilde virajlı ve Amasra'ya yaklaştıkça manzarayı gördüğünüzde "budur" dedirten eski yolu tercih ederseniz yol üzerinde Kuşkayası Anıtı'nı da görebilirsiniz. Ayrıca merkezde bulunan Amasra Müzesi'ni gezebilir; Hellenistik, Roma, Bizans ve Ceneviz ve son olarak da Osmanlı dönemlerine ait eserleri görebilirsiniz. Unutmadan bir anekdotla devam edelim: Fatih Sultan Mehmet, Lalası ve diğer Saray erkanı ile birlikte avlanmak üzere Amasra'ya gelmiş. Çadırlarını kurmak üzereyken gördükleri manzara, Fatih Sultan Mehmet'i çok etkilemiş. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet lalasına dönerek “Lala, Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola?” demiş. Şu anda Amasra'da Çeşm-i Cihan isimli bir balık restoranı bulunmaktadır.


Bu arada anneannem ve dedem belirli bir dönem Amasra'da yaşadığı için benim bebekliğim de zaman zaman orada geçmiştir. :o) Anneannem şu anda 80 küsurlü bir yaşta. Bir dönem sürekli 70 yaşında olduğunu iddia etti ama çok şükür bugünlerde 80 olduğunu kabul ediyor ancak daha fazla detay soramıyoruz. Baston kullansa çok daha sağlıklı olacak. Devrek'ten geçerken alalım diyoruz, çok kızıyor. Kendine yakıştıramıyor tontoşum. Amasra'nın güzel taraflarından biri de tıpkı Ege'nin çok sevdiğim Eski Foça'sı gibi merkezde her yerden denize girilebilmesidir. Büyük Liman, Küçük Liman, Direkli Kaya. Ancak ben özellikle hafta sonları civar kasabalardan çok fazla gelen olduğu için sabah erkenden denize girip belirli bir saatte bu plajları terk etmeyi tercih ediyorum. Bir diğer denize girilebilecek plaj Amasra'ya yaklaşık 15 km mesafedeki Çakraz'dır ki buraya da talep çok fazladır. Favorimse arabayla yaklaşık yarım saatte gidebileceğiniz, açık deniz ve ormanı bir arada görebileceğiniz İnkum'dur. Biraz daha uzak olduğu için merkezdeki plajlar ya da Çakraz gibi değildir. Turist profili farklıdır. Yemek için Sahil Pide'yi ve kesinlikle kuşbaşılı pide yemenizi tavsiye ederim. Deniz konusunda son bir not öğleden önce berrak olan deniz öğleden sonra tüm bölgelerde yosunlanıyor ve deniz anası olabiliyor, haberiniz ola. Amasra'da Büyük Liman'da Amasra Yelken Klübü faaliyet göstermektedir. Optimist, 420 ve rüzgar sörfü branşlarında sporcu yetiştirmeyi amaçlayan klüpte çocuklara yelken dersleri veriliyor. Bizim Orhun ( Kuzenimin oğlu ve 10 yaşında) bu yaz tam bir yelken canavarı oldu. Biraz uzunca kalacak olanlar belki bu imkandan da yararlanabilirler.


Gelelim yeme içme konusuna Amasra'da kesinlikle aç kalmazsınız (Aç kalınabilecek yer var mı ki diye soran sevgili okur için cevap veriyorum: evet Zagreb! başka bir yazıda bunu da konuşuruz elbet). Bol miktarda balık lokantası ve Karadeniz Pidecisi mevcut. Bunlardan benim tavsiye edebileceklerim Canlı Balık, Çeşm-i Cihan, Hoşafçı'nın Yeri, Çınar balık restoranlarıdır. Pidecileri ise çok küçük bir yer olduğu için gezerken hemen görürsünüz, Ata Fırın pastanesinin yanında dizilmişlerdir. Karadeniz Pidecisi gerçekten iyidir. Kuşbaşılı ve karışık pideyi tavsiye ederim. Ne yerseniz yemenizi ama yanında mutlaka Amasra Salatası istemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Salata genelde taze yapılarak gelir eğer beklemiş salata gelirse geri gönderin. Amasra Salatası içerik yönünden oldukça zengindir; Marul, Tere, Roka, Dereotu, Maydanoz, Soğan, Taze soğan, Semizotu, Kırmızı lahana, Havuç, Kırmızı turp, Beyaz turp, Biber, Domates, Salatalık, Nane, Biber turşusu, Salatalık turşusu, Lahana turşusu, Pancar Turşusu ve tabiki zeytinyağı, limon, elma sirkesi, tuz. Amasra sofralarının olmazsa olmazı kepekli mısır unu ile yapılan ve somun halinde değilde kalıplar içinde ve mutlaka taş fırınlarda pişen Çöven ekmeğidir ki ben ordayken başka ekmek tüketmiyorum.


Alışveriş için Çekiciler Çarşısı'nı ziyaret etmenizde fayda olabilir, şenlikli bir yerdir. Her gittiğimde turlarım. Eskiden Amasra'da yapılan el emeği orjinal ağaç işleri satılırdı burada. Anneannemden hatırlıyorum. Evinde çok güzel ahşap objeler vardı ve hala da şu anda İstanbul'daki evinde mevcutlar ancak maalesef Amasra'da gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurmuş durumda. Çekiciler Çarşısı artık Çin işi hediyelik eşyalarla dolu. Az da olsa bu ticari değişime direnen zanaatkar var ve dikkatli bir gözseniz eminim farkı hemen anlayacaksınız.


Başka başka... Amasra Kalesi'nin içinde yer alan Ağlayan Ağaç kafesinden bahsetmezsem olmaz. Manzarası hoş. Oturup çay içip sadece tavşanların yaşadığı tavşan adasını dürbünle izleyebiliyorsunuz. Ağlayan Ağaç denmesinin sebebi ise sisli havalarda nemden dolayı ağacın terleme yapıp su akıtması.


Amasra'ya gittiğimde en çok keyif aldığım olaylardan biri de Amasra Pazarı'na taze ve hormonsuz meyve, sebze satın almak için gitmek. Yaz döneminde taptaze dalından yeni kopmuş domatesler, acı olmayan ama Çarliston gibi de olmayan incecik Amasra biberleri, bamya, Boncuk Ayşe, patlıcan, böğürtlen, çilek (Keroş'un doğum günü pastasını taze böğürtlenle yapmıştım) aklıma ilk gelenler. Yapılan yemekler inanın daha leziz. Biz İstanbul'da neler yiyoruz öyle diye düşünmeden yapamıyorum. Keroş'a geçen yaz taze köy yumurtası yedirdik her gün. Ayrıca ben eve gelirken İstanbul'a kilo kilo sebze taşıyorum. Pazar olmadığı günlerde ise Küçük Liman'a giden yol üzerinde köylü teyzeler kaldırıma diziliyor ve taze meyve sebze satıyorlar. Her gün taze olarak her şeyi bulmanız mümkün sadece fiyatlar pazara göre biraz pahalı. Teyzeler de ticari gidişata gayet iyi uyum sağlamış durumdalar.


Acaba yazamadığım eksik kalan bir şey var mı? İstanbul-Amasra arası yaklaşık 400 km. Yol çok rahat mola vermeden yağışsız havada 4,5 saatte gidebilirsiniz. Bizim gibi bebekli olursanız yolda gördüğünüz her park alanında mola verir, "hoppala beyim, hoppala paşam yapar" 6-7 saatte ancak gidersiniz. Bu arada park alanlarının hemen hepsi temiz, rahat ve güzeldir. Bolçi çikolatası denemeyi unutmayın, bir de Kahkecizade'nin kayısılı kurabiyelerinden alıp yolluk yapın. Sonra da beni anın. Yemekleri berbat olan ve uğramamanız gereken tesis ise Amasra'dan dönüşte otobana çıktığınızda sanırım ilk park alanı olan eski Köroğlu Tesisleri ya da yeni adıyla Metro'nun tesisleri. Uzak durun.


Amasra'ya giderken Karadeniz'e gittiğinizi unutmayın ve Güney bölgelerimizdeki servis, ortam, ambiyans beklentinizi rafa kaldırın. Bu cümlemden yanlış çıkarımlar yapmayın, insanları gayet modern ve misafirperverdir. Sadece son yıllarda turist akınına uğradığı için biraz ticari olmuş durumda. Örneğin şehir merkezinde park problemi var ve yaz döneminde arabanızı İstanbul gibi otorparklara bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Hava bozunca ise her yer otopark.


Üstteki foto geçtiğimiz Bayram'da bizim balkondan Amasra manzarası ancak puslu ve yağmurlu bir havada çekilmiş berbat bir foto. En kısa zamanda güzel foto veya fotolar ekleyeceğim.
Son olarak Amasra'ya termik santral yapılmak isteniyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın web sitesinden konuyla ilgili bir alıntı:
"WWF-Türkiye’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) girişimleri ile Türkiye’nin Dünya’ya Armağanı olarak ilan edildikten sonra mili park statüsü ile koruma altına alınan Küre Dağları’nın yanıbaşında 2008 sonuna kadar bir termik santral kurulması planlanıyor. Çin firması Datong Coal Mina ve daha önce termik santrallerin yapımında çalışan Türk firması Hema A.Ş.’nin işbirliğiyle Bartın’ın Amasra ilçesinde kurulması planlanan termik santralin açılması için gereken kurum ruhsatlarının hazır olduğu biliniyor. WWF-Türkiye, Bartın ve Kastamonu sınırları içinde yer alan Küre Dağları Milli Parkı’na kuş uçuşu on km uzakta olan Gömü Köyü’nde termik santralin kurulmasından endişe duyuyor.
Doğal yaşlı ormanları, sarp kayalıkları, akarsuları ve meralarıyla önemli bir yaban hayatına sahip olan bölge, bitki ve hayvan çeşitliliği, yaşlı ağaçları ve barındırdığı nadir türleri ile doğa koruma açısından olağanüstü önemdedir. WWF’ye göre, Türkiye ormanlarının öncelikli olarak korunması öncelikli dokuz "sıcak nokta"sından biri olan bu alan, Avrupa’da elde kalan doğal ormanların en güzel ve en yabanıl örneklerini sergilemektedir. Yörede 109’u endemik, 49’u nadir bitki türü bulunmaktadır. Bozayı, vaşak, susamuru, ulugeyik gibi tehlike altındaki hayvanları da barındıran bölge, Türkiye’deki memeli türlerinin en az 40’ına sahiptir. Ayrıca, 38 familyaya mensup ve 46’sı tehdit altında olan 129 kuş türünün bu bölgede yaşadığı kaydedilmiştir.
Batı Karadeniz’in hassas kıyı ekosistemleri, rüzgâr, deniz akıntıları gibi nedenlerle kilometrelerce batıda bulunan Çatalağzı Termik Santrali’nin küllerinden bile olumsuz etkilenmektedir. Bu mesafeden Amasra ve doğusundaki koylar ile kıyı kumullarının zarar göreceği açıktır. Ne yazık ki santralin kurulacağı bölgenin tarım toprakları, bitki örtüsü ve deniz canlıları, santralden çıkacak kül ve temizlenmeden denize verilecek soğutma sularından zarar görecektir. Ayrıca bölgede önemli geçim kaynakları olan ekolojik turizm, tarım, arıcılık, büyük baş hayvancılık ve balıkçılık büyük darbe alacaktır. "
AMASRA'YA TERMİK SANTRAL İSTEMİYORUM!

20 Ekim 2008

PASİFLORA ŞİŞESİNDE BALIK OLSAM!

Bu başlık aklıma nereden mi geldi? Hangi yıldı anımsamıyorum ve şu anda hafızamı da zorlamak istemiyorum çünkü çok yorgunum. Club Med Kemer'de tanıştığımız Hollanda orijinli, İsrail'de bir üniversitede çalışan sempatik profesörümüzle köyün içinde ayaküstü sohbetlerimizden birinde, köyde teinsiz çay bulamadığını ve buna canının sıkıldığını (ah be amca kafeinsiz kahve buluyosun ya ona şükretsen, İstanbul'daki kafelerde teinsiz çay var mı ki? ) belirtmiş, konu ne kadar derinleştiyse bizi odasına Pasiflora içmeye davet etmişti :o))) Sempatik ve entelektüel olmasına karşın genelde gergin bir kişilikti. Mehmet'le önerisini kibarca reddedip, amcadan kurtulduktan sonra gülme krizine girmiştik. Ama durum çok da şirindi bir yandan. Asıl konum bu değil elbet. Mehmet'in bu seneki doğumgünü hediyesi Uşak Hatıra Ormanı'na dikilmek üzere TEMA Vakfı'ndan fidanlardı. Artık Mehmet'in dikili bir ağacı yok dikili ağaçları var :o)) Gelin görün ki kör talihim beni burada da yalnız bırakmadı. Sertifikası gelmiş ve aşkım bana çok teşekkür etti. Ancak sertifikada soyadımız yanlış yazılmıştı ve ben buna çok üzüldüm. Çünkü ben evet ben mükemmellliyetçiyim. Elimde değil. Herşeyi mümkün olduğu kadar, bilebildiğim kadar doğru, iyi ve mükemmel yapmaya çalışan biriyim. Sağlıklı mı? O tartışılır kabul ediyorum. Ama anlamadığım şu, ben bilgilerimi sisteme yazılı olarak girdim. Telefonda bildirsem diyeceğim ki yanlış anlaşıldı ama insan gördüğünü, okuduğunu anlayamıyorsa ya da dikkatsizse yapabileceğim bir şey yok. Burada amaç elbette ağaç dikmek ve katkıda bulunmak ama sertifika doğru yazılsaydı hoş olmaz mıydı, güzel bir anı olarak kalmaz mıydı. Ben mi çok takıyorum? Sinirlendim sevgili okur.

17 Ekim 2008

PEGASUS HAVA TAŞIMACILIĞI ANONİM ŞİRKETİ= İŞ BAŞVURUSU YAPABİLMEK İÇİN 10 YTL PARA TALEP EDEN ŞİRKET

Siteyi takip edenler iş aradığımı bilir. Dolayısıyla internette kariyer sitelerinde geziniyorum. Bugün Pegasus Havayolları Şirketi'nin yayınladığı iş ilanlarına çok fazla başvuru yapılması nedeniyle aranan özelliklere uygun adayların işe müracaat etmeleri, gelişigüzel başvuruların engellenmesi, en kısa sürede doğru işe doğru elemanın yerleştirilmesi ve İnsan Kaynakları Birimi’nin verimliliğinin artması için başvuru yapacak adaylardan bir kereliğe mahsus olmak üzere 10 YTL ücret talep ettiğini öğrendim. 10 YTL ödeyene kadar siz aday bile değilsiniz aday adayısınız. İçiniz rahat olsun. Kredi kartınızdan ücret tahsis edilebiliyor. Sayın Pegasus Havayolları yetkilileri kredi kartına taksit de yapabiliyor musunuz acaba? Bilgi verirseniz sevinirim. Bu uygulama yasal mıdır ya da etik midir? Dünyada durum nedir? Bunu bilmiyorum. Bilen varsa ya da Pegasus yetkilileri bizi aydınlatırlarsa çok sevinirim. Bu konuda bu hassasiyeti gösteren Pegasus acaba iş görüşmesine davet edilen adayların yol paralarını ya da yaptıkları diğer masrafları da ödeme nezaketinde bulunuyor mu? Ben mesela arabamın benzin parasını firmadan talep edebilir miyim? Merak ettim. Bir de 10 YTL ödediniz diye size iş garantisi verilmiyormuş. Böyle bir açıklama da var sitede. Hani belki fazla iyimser arkadaşlar olabilir bu bağlamda yazayım dedim. Bir de diyelim ki 10 YTL ödediniz ve görüşmeye çağrıldınız. Eğer şirketi beğenmezseniz 10 YTL kesinlikle tarafınıza iade edilmeyecekmiş. Haberiniz ola.

16 Ekim 2008

OKUYORUM: İSTANBULLULAR, BUKET UZUNER



Cep boy kitap serisine bayıldım. Hem baskı kalitesi güzel, hem küçük çantama sığıyor ve hem de ucuz.

Sevgili İmge'nin blogunda (http://imgetan.blogspot.com/2008/08/beyaz-zambaklar-lkesinde.html) bizlere tanıttığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Grigoriy Petrov kitabını bitirdikten sonra Buket Uzuner'in İstanbullular'ına başladım. Beyaz Zambaklar Ülksinde'yi okurken zaman zaman heyecanlandım bizim ülkemizde de burada yazanlar uygulanabilir mi diye ama zaman zaman da üzüldüm ve hayal kırıklığına kapıldım. Özeleştiri yapmam gereken, kitabın bir bölümünde eğitimli kesimin herhangi bir nedenden dolayı eğitim alamamış halk kesimlerini küçümsemek veya hakir görmek belki de yokmuş gibi davranmak yerine onlara faydalı olmak veya olabilecek etkinliklerde, davranışlarda bulunmak gerektiği tavsiye olunmuş ki ne yalan söyleyeyim kendimi sorguladım. Zaman zaman bunu ben de yapmıyor muydum? Evet yapıyordum. Bizlerin böyle bir konuda özverili olması gerektiği konusuna şiddetle katılmakla ve hak vermekle beraber söz konusu insanların da "öğrenmek" ve "anlamak" konusunda iyi niyetli ve ısrarcı olduklarına inanmak istiyorum. Ve bu kitabı her vatandaş okumalı diye düşünüyorum.

Gelelim İstanbullular'a. Kitabın henüz üçte birini okudum. Akademisyen Belgin Gümüş, heykeltraş Ayhan Pozaner, emekli tarih öğretmeni Kemalist Ulviye Yeniçağ, barmen İlyas Baturcan, Belgin Gümüş'ün eski kocası Mehmet Emin Entek ve Entek'in sevgilisi ve "pörsınıl" asistanı Tijen Derya, tuvalet temizlik işçisi Hasret Sefertaş, Boğaziçi Üniversitesi'nde profesör Yannis Seferis, San Francisco'lu turizmci Susan Constance, Belgin Gümüş'ün arkadaşı Ayda şu ana kadar tanıştığım roman kahramanları. Evet kitap karakter açısından oldukça kalabalık ve Buket Uzuner detaylı detaylı anlatıyor. Bazen ülkemizdeki sorunlardan bahsediyor, bazen aşktan, duygulardan. Şu ana kadar çok keyif alarak okudum kitabı. Bitince de yazmak isteyeceğim noktalar olursa ekleyeceğim.

15 Ekim 2008

VİCDAN





Keroş'u annemle bıraktım ve seansa 15 dakika kala Caddebostan Budak'a yetişebilmek için evden çıkıp koştura koştura yol aldım. Bir yerlere geç kalmak ve bekletilmek hayatta hiç hoşlanmadığım hareketler, durumlardır. Üniversitede Müge isimli pek sevdiğim bir arkadaşım vardı. Sonra baktım ki benim Müge'ye gösterdiğim sevgi ve saygıyı Müge bana göstermiyor. Çünkü her buluşmamızda ben ağaç, alçı ya da ne derseniz o formda Müge'yi yarım saat hatta bir saat bekliyorum. Sonunda arıza çıktı elbette uzun süredir de görüşmüyoruz. Arkadaşlıklarımda fedakarlık yapmak zorunda kalanın hep ben olma dönemini geride bırakalı çok oldu. Bakıyorum da iyi de olmuş olabilir. Ne diyordum ben nereden geldik bu konuya. Periyodum da yakın değil ama neyse idare ediverin beni. Keroş köpek ve azı dişlerini çıkarıyor. Tanrı yardımcımız ola. Efendim en son hamileyken sinemaya gitmiştim. Bu da uzun süredir sinemaya gitmediğim anlamına geliyor. Çok sevdiğim Beyaz Perde'yi tercih etmeme sebeplerimden biri yurdum insanının pörtlek mısır, hışırtılı pakettten cips ve bisküvi yeme gibi sanki o 2 saatlik dilim içerisinde kıtlıktan çıkmış tavuk misali zıkkımlanma huyudur ve beni her daim hasta etmiştir. Bir de Der Untergang-Hitler und das ende des 3.Reichs , Türkçe meali "Çöküş" adlı eseri sinemada annem ve kardeşimle izlemeye çalışırken hemen arkamızda şakkıdı şukkudu tespih çeken zatın üzerine uçmak istemem ama erkek kardeşimin arıza çıkarmaması ve ortalığın karışmaması adına bu "kültürcan maganda" insana filmin sonuna kadar katlanmak zorunda kalmamdır. Böylece sinemanın yerini aynı tadı vermesede DVD almıştır. Çok uzattım tamam.
Vicdan, küçük bir kasabada geçen üçlü ve arızalı bir aşk hikayesi. Aydanur( Nurgül Yeşilçay) arayış içinde bir karakter, Songül'se (Tülin Özen) filmin başında yaşamı olduğu gibi kabullenmiş, silik bir karakter izlenimi verse de yüzleşmek zorunda kaldığı, yakın arkadaşının kocasını elinden alması durumu nedeniyle kendisinden pek de ummadığımız bir davranış biçimi sergileyen ve aldatan kadına güzellikle yaklaşan bir karakter . Filmde Songül'ün buhran durumu çok kolay geçiştirilmiş diye düşünüyorum. Öte yandan Mahmut karakterinde Murat Han bence gayet başarılı. Beni rahatsız eden nokta bu kasabalı karakterin Murat Han'ın sırtındaki gibi dövmelere sahip olması, çok sırıtmış. Diğer yandan evde üçlü yenilen yemek sahnesini sevdim. Eleştirmenlerden birinin yazdığı Cem Özer arabadaki sevişme sahnesi konusunda olay yaratır mı konusu bana saçma geldi. Bence arabadaki sevişme sahnesi yeterince iyi bile değildi. Nurgül Yeşilçay'a gelince kesinlikle güzel bir kadın. "İkinci Bahar" dizisinde kendisini gelecek vadeden genç oyuncu olarak pek beğenmiştim ama maalesef bana oynadığı karakteri hissettiremiyor. Daha net ifade etmeye çalışırsam onu izlerken oynadığı karakteri izlemiyorum ben Nurgül Yeşilçay'ı izliyorum. Bu benim nacizane sinema izleyicisi olarak duygum ve düşüncem. İyi oyuncu mudur kötü oyuncu mudur bunu kritik edecek eğitimim veya tecrübem yok ama bir şekilde Nurgül Yeşilçay'da sanki bir zorlama veya zorlanma durumu hissettim ben. Doğal gelmedi. Filmle ilgili kötü eleştiriler okudum. Bence genel olarak film izlenesi bir filmdi. Konu belli, bir üçüncü sayfa haberi. Bazı sahnelerde kahkaha atacaktım ki sinema kalabalık olmadığı için utandım ve kendimi tuttum. Bunlardan birisi Murat Han'ın Nurgül Yeşilçay'la sevişirken karısı Songül yani Tülin Özen onları basınca "Sen de gel" repliği, diğeriyse konsomatrislik yapan Songül'ün imam nikahı ile evlendikten sonra otobüsteki türbanlı görüntü sahnesi. E bir kısım yurdum erkeği pavyondan hatun kişi alıverince türbana sokuyor hatun kişiyi. Böylece noluyor geçmiş siliniyor ve hatun kişi bir ahlak abidesi haline geliyor, vallahi çok güldüm. Sıradan Amerikan filmlerinden çok mu kötüydü Vicdan? Hayır hiç değil. Hoşça vakit geçirdim. Önemli olan da buydu. Elbette bir "Uzak" ya da "Mutluluk" ya da "Anayurt Oteli" , "Masumiyet", "Babam ve Oğlum" ya da daha eskilerden "At" aklıma ilk gelenler, bunlardaki keyif yoktu ama çok kötü değildi Vicdan. Efendim gidiniz ve Türk Sineması'nı destekleyiniz.

7 Ekim 2008

İYİ Kİ DOĞDUM! MUTLU YILLAR BANA!


Veeeeee işte bir sene daha yaşlandım ve yolun yarısına az kaldı. İyi ki doğdum. Narsistçe başlığımı da pek sevdim. Canım oğlum Kerem ve Sevgilim Mehmet'le kutladım doğumgünümü bu akşam. Yukarıda gördüğünüz beyaz Lilyum Kazablanka'lardan oluşan "pembe gönlüm sende" :o) konseptli çiçek sevgilimin hediyesi. Çiçeğim dışında iki hediyem daha vardı ama bunları sizlerle paylaşmayacağım. İşte bu adama aşık olma sebeplerimden biri. Mehmet hep ama hep böyle zarif bir adamdı. Kerem bebek çok eğlendi ancak pastadan yemesini sağlıksız bulduğum ve küçük bir dilimden fazlasına izin vermediğim için geceyi sinir krizi geçirerek noktaladı. Pastacı, börekçi küçük oburum benim. Yeni yaşımın bana ve aileme sağlık, mutluluk ve güzel günler getirmesini diliyorum.